Huzursuzluğun Kitabı'nı okumayı bitirdim. Pessoa'nın kendine kurduğu düş dünyasını, uykuyla uyanıklık arasında bir ruh hâliyle yazdığı satırları nihayet bütün olarak görmüş oldum. Eylemsizliğine, yalnız yaşama tutkusuna saygı duydum. Sorumluluktan kaçış bilincinin sebeplerini düşündüm. Uykuya düşkünlüğünü görünce gülümsedim. Uykucuyum. Uykuyu seviyorum çünkü. Hatta şimdi, fırsatım olsa, birkaç saat deliksiz uyuyabilirim. Kitapta bütün cümlelerin altı çizilebilirdi belki ama ben o'nun en çok şu cümlesini sevdim. "Deyim yerindeyse hiçbir uyarıcıya ihtiyacım yok. Ben afyonumu, kendi ruhumda buluyorum."
Sosyal medya'da Pessoa paylaşımlarımı izleyen bir arkadaşıma verdiğim yanıtta belirtmiştim. Burada da tekrarlamak isterim. İnsan, insanın en zayıf halkası bence. Her bireyin yaşamı ibret-i âlemlik bir kitap niteliğinde. Ben, Pessoa'nın yazdıklarını ruhuma yakın buldum. Bazen bırakın insanları, çevremdekileri, kendime bile yaklaşmaya direniyorum çünkü.
Böyle mutluyum...Böyle özgür.
Yıllar evvel, lise öğrencisiyken yazdığım şiirleri, günlükleri vs. topladığım bir defterim vardı. Anımsıyorum. "Yaşadım ve yazdım. İnandım ve yazdım." demiştim bir güncede. Sonra o defteri yakmıştım. Birçok şair ve yazarın vardır böyle yırtıp attığı, yaktığı, görmek istemediği metinleri. Şimdi Huzursuzluğun Kitabı'nı okumayı bitirdikten sonra, keşke dokunmasaydım, öylece kalsaydı demekten kendimi alamadım.
Pessoa'nın vefatından sonra ortaya çıkan notların düzenlenmesiyle oluşturulan Huzursuzluğun Kitabı, şu cümlelerle son buluyor:
"Yaşadım yaşayalı kendimi anlatıyorum, kendimle olan sıkıntılarımın en küçüğü bile, üzerine biraz eğilecek olsam, bir büyünün etkisiyle (...) serpilip ezgili uçurumlarda açan çiçeklere dönüyor hemen."
Teşekkürler Pessoa. 1930'lu yıllarda ezgili uçurumlarda açtırdığın ve tazeliğini her dem koruyan çiçeklerin için, teşekkürler.
fy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder