Soğuk ve dondurucu kış günlerinde,
sabahın erken vakitlerinde işinize gitmek üzere aracınıza binerken, sokağınızdan
tanıdık bir sesin “Abi, marş basmadı. Şuna bir “el atıversen” sözünü duymayan
var mıdır?
“El atmak” günlük dilde sık
kullanılan bir deyim. Bir işin ucundan tutmak, girişmek, başlamak gibi
anlamları içeriyor. Doğrusu anlamları farklı da olsa, içinde “el” sözcüğü geçen
deyim ve atasözlerimiz çok fazla. Cömertliği tarif etmek için “eli açık” deriz.
“Eli uzun”, “eli sıkı” gibi deyimleri de anımsatmak isterim. Türk dilinde el
sözcüğünün “yabancı” anlamında da sıkça kullanıldığını görürüz. Yeri gelmişken birkaç atasözünü buraya eklemek istiyorum.
—Bir elin nesi var iki elin sesi
var.
—El el’den üstündür.
—El’le gelen düğün bayram.
—El el’in aynasıdır.
—Eli işte gözü oynaşda.
—El el’in eşeğini türkü
söyleyerek arar.
Anadolu erenlerinden Hacı Bektaşi
Velî’nin “Eline, Beline, Diline sahip ol” deyişini nasihat olarak duymayan ve
kendisi de yeri geldiğinde başkalarına hatırlatmayan yoktur sanırım. Anadolu’da
özellikle yıllar yılı sürdürülen ancak teknolojinin yaygın kullanılmasıyla
birlikte birer ikişer kaybolmaya yüz tutan küçük el sanatlarının günümüze kadar
gelişinde bu nasihatı kendilerine rehber edinen Âhi Evran teşkilatının rolü
büyüktür. Bu teşkilatlanmayla sanatkârlara gündüz işyerinde yamak, çırak, kalfa
ve usta hiyerarşisiyle mesleğin incelikleri öğretilirken akşamları ahlâk
eğitimi verilmiştir. Âhiler, sanatkâr olmadan önce kusursuz, faziletli, mükemmel
insan olmayı öğrenirler ve bu özelliklerini usta olarak yetiştirildiği el
sanatının yapımında da yansıtırlardı.
Âhi Evran teşkilatı mesleğe adım
atan sanatkârlara altı esası telkin ederdi.
-Elini açık tut
-Sofranı açık tut
-Kapını açık tut
-Gözünü bağlı tut
-Dilini bağlı tut
-Belini bağlı tut
El sanatlarından söz açmışken, toplumsal
bir takım görevlerin adı konmadan kadın ve erkek arasında paylaştırıldığını ve
herkesin kendi işiyle ilgilenmesi gerektiğini hatırlatmak için “Elinin hamuruyla erkek işine karışma” denildiğini
de biliriz. Günümüzde bu söze, özellikle hanımlardan yükselen itirazları da duyarız.
Elbette medeni kanuna göre kadın erkek eşitliği söz konusudur. Ama bu
atasözünde asıl anlatılmak istenen, vurgulanan “ayrımcılık” değildir.
Birkaç yıl önce katıldığım veli
toplantısında oğlumun “el işi” dersi öğretmeniyle yaptığımız görüşmeyi anımsıyorum.
Bizim çocuk elişi dersi için ip, makrome, mekik, pul ve boncuk işleme vs. gibi
genelde kız çocuklarının ellerinin daha yatkın olduğu ödevler hazırlıyordu. Bu
tür küçük el sanatları yapımında çok becerikli görünmediğini, elinin tığ ve mil
gibi gereçleri kullanmaya yatkın olmadığını, düşük notlar aldığını
gözlemliyordum.
El işi öğretmenine biraz da ahşap
işlerle ilgili konuları seçmesini önerdim. Kendisi genç bir bayan olan öğretmen
arkadaş, “hayır efendim dedi. Günümüzde artık şu işi kadınlar, bu işi erkekler
yapacak diye bir kural, anlayış kalmadı. Çocuk her işi yapmasını öğrenecek,”
diyerek kestirip attı. Ben de kendisine ve ders programa karışmak gibi bir
niyetim olmadığını belirttikten sonra “siz evinin musluğu bozulduğunda onu değiştiren
veya aracının bozuk aküsünü söküp-takan, evdeki kırık dökük eşyaları elinde
çekiç-pense, tornavida onarmaya çalışan bir hanım profili düşünebiliyor musunuz?”
karşılığını verdim. Uzatmayayım, o gün konu üzerinde anlaşamasak da, ikinci
dönemde öğretmenin söylediklerimi ciddiye alarak önerdiğim yönde el sanatlarına
yöneldiğini gördüm. Nitekim ahşap işlerinde oğlumun “eli” nin daha becerikli
olduğunu bu vesileyle gözlemlemiş oldum.
Bu durum ve verdiğim örnek insan
yaratılışının sırrının gereği olsa gerek.
Eller aynı zamanda bir iletişim aracıdır.
Örneğin Mevlâna’yı anma törenlerinde yapılan ve ilgiyle izlenen sema gösterilerinde
Mevlevilerin dönerken sağ eli yukarı, sol eli aşağıya doğru çevirmelerinde elle
kurulan bir iletişim söz konusudur. Ellerin şekli sağ elle Hak’tan alıp sol
elle Hak’kın yarattıklarına vermeyi simgelemektedir. Yine dua ederken de
ellerimizi açarak içimizden geçenleri sessizce söyler, yakarır, sonra
avuçlarımızın içini yüzümüze süreriz. Çoğu zaman kelimelerin ifade edemediği
duygular, sıcak bir dokunuş ve temasla karşımızdaki kişiye hissettirilebilir.
Sıkılan ve bırakılmayan parmaklar sevginin farklı bir ifade şekline dönüşebilir.
Yine, dini bayramlarda, eş-dost ziyaretlerinde küçüklerin büyüklerin elini öpme
geleneği, toplumda saygının ifadesi olarak karşılık bulmuştur.
Elleri yazarken son yıllarda
hızla gelişen teknoloji ve bilgisayarda dijital oyunlara karşın geçmişte
özellikle ellerimizi kullanarak oynadığımız oyunları unutmak mümkün mü? Elim sende,
körebe, yüzük kimde, çöm, yağ satarım bal satarım ilk aklıma gelenler. Nasıl da
binbir neşeyle bir araya gelir ve bu oyunları her gün bıkmadan, usanmadan oynardık
değil mi?
“El” sözcüğü, Türk şiirinde de sık
kullanılan, şairlerin sevdiği sözcüklerdendir.
Orhan Veli’nin Cımbızlı
Şiiri:
“Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya”
“Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya”
Ve Cahit Kulebi’nin Hikâye şiirindeki:
“Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!”
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!”
Dizeleri ilk aklıma gelenler.
Vücudumuzun en önemli
uzuvlarından olan yerken, içerken, yazarken kullandığımız ellerimiz aynı
zamanda kişinin vücudunda ilk göze çarpan yerlerinden biridir. Bu nedenle
ellerimiz iyi korumak, el bakımına özen göstermek bir binanın dış cephesinin
korunması kadar önemlidir.
Elleri ve bana çağrıştırdıklarını
anlatmaya çalıştığım yazıyı, Zeki Müren’in seslendirdiği “Gözlerini Gözlerimden
Ayırma Hiç” şarkısından kısa bir bölümle bitirmek istiyorum.
“Ellerini ellerimden
alma sakın
alma sakın
alma sakın
ne olur.”
Fatih Yavuz Çiçek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder