Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

8 Mayıs 2014 Perşembe

El Ele


Soğuk ve dondurucu kış günlerinde, sabahın erken vakitlerinde işinize gitmek üzere aracınıza binerken, sokağınızdan tanıdık bir sesin “Abi, marş basmadı. Şuna bir “el atıversen” sözünü duymayan var mıdır?

“El atmak” günlük dilde sık kullanılan bir deyim. Bir işin ucundan tutmak, girişmek, başlamak gibi anlamları içeriyor. Doğrusu anlamları farklı da olsa, içinde “el” sözcüğü geçen deyim ve atasözlerimiz çok fazla. Cömertliği tarif etmek için “eli açık” deriz. “Eli uzun”, “eli sıkı” gibi deyimleri de anımsatmak isterim. Türk dilinde el sözcüğünün “yabancı” anlamında da sıkça kullanıldığını görürüz. Yeri gelmişken birkaç atasözünü buraya eklemek istiyorum.

—Bir elin nesi var iki elin sesi var.

—El el’den üstündür.

—El’le gelen düğün bayram.

—El el’in aynasıdır.

—Eli işte gözü oynaşda.

—El el’in eşeğini türkü söyleyerek arar.

Anadolu erenlerinden Hacı Bektaşi Velî’nin “Eline, Beline, Diline sahip ol” deyişini nasihat olarak duymayan ve kendisi de yeri geldiğinde başkalarına hatırlatmayan yoktur sanırım. Anadolu’da özellikle yıllar yılı sürdürülen ancak teknolojinin yaygın kullanılmasıyla birlikte birer ikişer kaybolmaya yüz tutan küçük el sanatlarının günümüze kadar gelişinde bu nasihatı kendilerine rehber edinen Âhi Evran teşkilatının rolü büyüktür. Bu teşkilatlanmayla sanatkârlara gündüz işyerinde yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisiyle mesleğin incelikleri öğretilirken akşamları ahlâk eğitimi verilmiştir. Âhiler, sanatkâr olmadan önce kusursuz, faziletli, mükemmel insan olmayı öğrenirler ve bu özelliklerini usta olarak yetiştirildiği el sanatının yapımında da yansıtırlardı.

Âhi Evran teşkilatı mesleğe adım atan sanatkârlara altı esası telkin ederdi.

-Elini açık tut
-Sofranı açık tut
-Kapını açık tut
-Gözünü bağlı tut
-Dilini bağlı tut
-Belini bağlı tut

El sanatlarından söz açmışken, toplumsal bir takım görevlerin adı konmadan kadın ve erkek arasında paylaştırıldığını ve herkesin kendi işiyle ilgilenmesi gerektiğini hatırlatmak için  “Elinin hamuruyla erkek işine karışma” denildiğini de biliriz. Günümüzde bu söze, özellikle hanımlardan yükselen itirazları da duyarız. Elbette medeni kanuna göre kadın erkek eşitliği söz konusudur. Ama bu atasözünde asıl anlatılmak istenen, vurgulanan “ayrımcılık” değildir.

Birkaç yıl önce katıldığım veli toplantısında oğlumun “el işi” dersi öğretmeniyle yaptığımız görüşmeyi anımsıyorum. Bizim çocuk elişi dersi için ip, makrome, mekik, pul ve boncuk işleme vs. gibi genelde kız çocuklarının ellerinin daha yatkın olduğu ödevler hazırlıyordu. Bu tür küçük el sanatları yapımında çok becerikli görünmediğini, elinin tığ ve mil gibi gereçleri kullanmaya yatkın olmadığını, düşük notlar aldığını gözlemliyordum.

El işi öğretmenine biraz da ahşap işlerle ilgili konuları seçmesini önerdim. Kendisi genç bir bayan olan öğretmen arkadaş, “hayır efendim dedi. Günümüzde artık şu işi kadınlar, bu işi erkekler yapacak diye bir kural, anlayış kalmadı. Çocuk her işi yapmasını öğrenecek,” diyerek kestirip attı. Ben de kendisine ve ders programa karışmak gibi bir niyetim olmadığını belirttikten sonra “siz evinin musluğu bozulduğunda onu değiştiren veya aracının bozuk aküsünü söküp-takan, evdeki kırık dökük eşyaları elinde çekiç-pense, tornavida onarmaya çalışan bir hanım profili düşünebiliyor musunuz?” karşılığını verdim. Uzatmayayım, o gün konu üzerinde anlaşamasak da, ikinci dönemde öğretmenin söylediklerimi ciddiye alarak önerdiğim yönde el sanatlarına yöneldiğini gördüm. Nitekim ahşap işlerinde oğlumun “eli” nin daha becerikli olduğunu bu vesileyle gözlemlemiş oldum.

Bu durum ve verdiğim örnek insan yaratılışının sırrının gereği olsa gerek.

Eller aynı zamanda bir iletişim aracıdır. Örneğin Mevlâna’yı anma törenlerinde yapılan ve ilgiyle izlenen sema gösterilerinde Mevlevilerin dönerken sağ eli yukarı, sol eli aşağıya doğru çevirmelerinde elle kurulan bir iletişim söz konusudur. Ellerin şekli sağ elle Hak’tan alıp sol elle Hak’kın yarattıklarına vermeyi simgelemektedir. Yine dua ederken de ellerimizi açarak içimizden geçenleri sessizce söyler, yakarır, sonra avuçlarımızın içini yüzümüze süreriz. Çoğu zaman kelimelerin ifade edemediği duygular, sıcak bir dokunuş ve temasla karşımızdaki kişiye hissettirilebilir. Sıkılan ve bırakılmayan parmaklar sevginin farklı bir ifade şekline dönüşebilir. Yine, dini bayramlarda, eş-dost ziyaretlerinde küçüklerin büyüklerin elini öpme geleneği, toplumda saygının ifadesi olarak karşılık bulmuştur.

Elleri yazarken son yıllarda hızla gelişen teknoloji ve bilgisayarda dijital oyunlara karşın geçmişte özellikle ellerimizi kullanarak oynadığımız oyunları unutmak mümkün mü? Elim sende, körebe, yüzük kimde, çöm, yağ satarım bal satarım ilk aklıma gelenler. Nasıl da binbir neşeyle bir araya gelir ve bu oyunları her gün bıkmadan, usanmadan oynardık değil mi?

“El” sözcüğü, Türk şiirinde de sık kullanılan, şairlerin sevdiği sözcüklerdendir.

Orhan Veli’nin Cımbızlı Şiiri:

“Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya”

Ve Cahit Kulebi’nin Hikâye şiirindeki:

“Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!”

Dizeleri ilk aklıma gelenler.

Vücudumuzun en önemli uzuvlarından olan yerken, içerken, yazarken kullandığımız ellerimiz aynı zamanda kişinin vücudunda ilk göze çarpan yerlerinden biridir. Bu nedenle ellerimiz iyi korumak, el bakımına özen göstermek bir binanın dış cephesinin korunması kadar önemlidir.

Elleri ve bana çağrıştırdıklarını anlatmaya çalıştığım yazıyı, Zeki Müren’in seslendirdiği “Gözlerini Gözlerimden Ayırma Hiç” şarkısından kısa bir bölümle bitirmek istiyorum.

“Ellerini ellerimden
alma sakın
alma sakın
alma sakın
ne olur.”

Fatih Yavuz Çiçek

Hiç yorum yok: