Karşılaştığım, tanıştığım, yüz yüze konuştuğum çoğu
insanın belleğinde iz bırakmayı başaramayan sıradan insanlardan biriyim galiba.
İnsanın zihinsel faaliyetlerini bir puzzle gibi düşünürsek, tanıştığım
insanların hafıza bölgesinde hangi parça, benim suretimle tamamlanmıyor ve oradan
silinip gidiyorum doğrusu hiçbir fikrim yok.
George Orwell, 1984 isimli kitabında şöyle bir cümle
kurar: "Belki de insan
sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu."
Sahi ne istiyorum? Sevilmek mi?
Anlaşılmak mı?
Ben sevmenin sevilmekten daha değerli
olduğunu düşünürüm. Hem, başkalarının seni seviyorum demesi ne kadar
inandırıcıdır ki? Sen, seviyorsan, kalbindeki sevgiden zaten eminsindir. İşte bu
yüzden sevmek, sevilmekten her daim daha değerlidir.
Anlaşılmak meselesine odaklanırsam, böyle anlarda Andrew Niccol'un
yönetmenliğini yaptığı "Simone" filmini anımsarım. Filmdeki Victor
Taransky'nin (Al Pacino) hayatını değiştiren hayranı "Hank"
gibi birinin, düş bakkalıma uğramasını beklemek arpalık çukurunda yaşayan benim
için, günümüz koşullarında fantastik bir hayâl olsa da bazen Pessoa'ya kulak
verdiğim de olur:
"İyi bir düşçü asla uyanmaz."
Sahiden hiç uyanmaz mı?
Bu epizotu, Marcus Aurelieus'un cümlesiyle bitireyim:
"Kişinin hayatı,
düşünün rengine boyanmıştır"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder