Bazen kaplumbağalara imrendiğim oluyor. Gözlerden ırakta, hız çağına inat dingin bir yaşam ve gerektiğinde başını gövdenden içeri çekip, gizlenebileceğin bir kamuflaj. Körleşen duygulardan, vahşi tutkulardan, kirlenmiş dünyadan korunmak için bir tür izolasyon yöntemi. Yat ve örtün. İhtirasa meydan oku. Tekilliğin gizli öznesi ol. Ol ki, bulmak isteyen, kelimelerin a'rafında bulsun seni.
Kelimeler deyince Baudelaire gelir gözlerimin önüne. Yalnızlık duygusuna tutkuyla bağlanmış şair, "niçin sık sık sözlük okuyorsunuz" diyenlere, "kelimelerin gerçek anlamlarını unutmamak için" yanıtını verirmiş. Baudelaire'in sözlük aşkı gerçek yaşamdan kopmayı önleyici bir tedbir olarak düşünülebilir mi? Yanıtlamakta kararsızım.
Benim de kendime ait bir sözlüğüm var. "Şapkalı Düşler Sözlüğü."
Üretmeye çalıştığım şiirlerin o sözlükte mutlak karşılığı var. Anlamı var. Bu yüzden, seni anlamakta zorlanıyorum diyenleri umursamıyorum doğrusu. Bülbülün ne söylediğini anlamak için onu kesip, içindeki sesi aramaya benziyor şiirde anlam aramak. Duyumsamak daha önemli. Hissetmek. Okuduğun metni yeniden anlamlandırmak. "Dik açılı bir kauçukla öpüşürken ellerim" demiştim örneğin. O kauçuğun iki elimin avuç içlerine acımasızca, defalarca indirilen polis jopu olduğunu bir ben bilirim, bir de yaradan. Anlama ilişkin çok fazla ipucu verince büyüsü bozuluyor şiirin. Kelimelerin ruhu kirleniyor.
Bazen kaplumbağalara imrendiğim oluyor. Kabuğuma çekilmek istiyorum böyle zamanlarda. Uyumsuz bir dünya yük taşımak, yoruyor beni.
Bakınıyorum. Başımı içeri çekecek bir kabuk bulamayınca kelimelere sarılıyor, imgelerden kabuk örmeye başlıyorum kendime.
Benim yaptığım Kafka'laşmak, Gregor Samsa karakteri gibi dönüşmek değil. Frenlere asılmak. Çünkü ancak böyle frenliyorum, falso almış top gibi hızla üstüme üstüme gelen Dünya'yı...
fy
fy