Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

5 Haziran 2014 Perşembe

Kitaplar, kitaplar, kitaplar


Dün, Elif Şafak'ın 2006 yılında yayımladığı ve yayımlandığı dönemde büyük gürültüler koparan kitabı "Baba ve Piç"i bir günde okuyup bitirdim. 

İlköğretim yıllarından beridir iyi bir kitap okuru olduğum söylenebilir. Yaz tatillerinde hiç boş durmazdım. Hem çalışır, hem kitap edinir, bitip tükenmek bilmeyen bir açlıkla da kitap okurdum. Semt pazarlarında limon sattığım, kayısı bahçelerinde, karpuz tarlalarında, orman sahasında, inşaatlarda yevmiyeli çalıştığım olmuştur. Ayakkabı boyacılığı da yaptım. Elektrik tesisatçılığı da. Kazandığım  paranın bir kısmıyla kitap alırdım. Geri kalanını aile bütçesine katkı için anneme verirdim. Tâ o yıllarda iyi bir kitaplığım vardı. Kitaplığımda olmayan ve Kırıkkale'de bulamadığım kitapların bir kısmını kütüphaneden edinerek okurdum. Bir kısmını da komşumuz Yaşar abi'den. Mekânı cennet olsun, rahmetli Yaşar abi'nin de çok iyi bir kitaplığı vardı. Okuma sürecime pozitif katkılarını unutamam.  

Sürekli kitap alırsanız bir süre sonra onları koyacak yer bulmakta zorlanırsınız. Kitaplar evde yığılmaya başlayınca kitaplığımın bir kısmını okumak isteyenlere ödünç vermiştim. Sonra askerlik, çalışma hayatı vs. derken oturduğumuz semtten koptum. Kitaplarım da çocukluğumun geçtiği eski mahallemizdeki arkadaşlarımda kaldı. Memuriyetin ilk yıllarını geçirdiğim İzmir-Ankara-Kırıkkale üçgeninde ilk kitaplığım büyük ölçüde böyle dağıldı gitti.

Zamanla yeni bir kitaplık kurdum elbette. Şimdi okuduğum her kitapta Edebiyat Öğretmenimiz Ahmet Mutlu'yu düşünürüm. Lise öğrencisiyken, bize: "Şimdi ne okursanız, ne alırsanız yanınıza o kalır. Kendi paramı kazanmaya başladığımda kitap alırım, okurum demeyin, insanoğlu dünya telâşına kapılınca kitap almaz, okumaz." Demişti. Doğruluk payı yüksek bir cümle. Çünkü Türk toplumunun geneli kitap okumuyor. Sorgulamıyor. Kitap okuma oranlarımız yerlerde sürünüyor. Geçtiğimiz günlerde sahafta kitap seçerken muhabbet ettiğimiz biri cezaevinde çalıştığını ve cezaevine düşünce suçundan mahkûm olarak gelenlerin koğuşlarında deli gibi kitap okuduğunu, diğer mahkûmlarınsa cıncık, boncuk, maket işleriyle vakit geçirdiğini söylemişti. Cezaevinde kitap okuyan mahkûmlardan etkilenerek kitap okumaya başladığını söyleyen (ki mesleği gardiyan'dı) vatandaşımız, polisiye, gerilim türü kitap aradığını, tarihe de meraklı olduğunu söylemiş ve bu üçünü bir arada anlatan bir kitap aradığını belirtince kendisine Umberto Eco'nun "Gülün Adı" isimli kitabı önermiş ve eklemiştim: "Okumak zeka katsayısı yüksek insanların işidir."

Okumak nedir sorusunun birbirinden ilginç yanıtları olabilir. Benim favori tanımımı yazayım. Kemal Bek’in “Şiirden Eleştiriye” kitabının önsözünde okumuştum bu tanımı. “Okumak; Şeyh Gâlib’in, Hüsn'e kavuşmasının koşulu olan Kimya'yı bulmak için çetin yolculuğu göze alan, mumdan gemilerle ateş denizini aşan, ejderhaları yenen Aşk’ının, çileli ama mutlu serüvenidir. Sonunda herkesin kendisini bulduğu gizemli bir serüven.”

Bir süredir okuduğum kitaplara ilişkin yazmaya çalıştığım değerlendirmeleri bu sayfaya aktarmaya çalışıyorum. Yazılacak o kadar çok kitap var ki. Örneğin Elias Canetti'nin "Körleşme"si. Demokrat Hukukçuların yayımladığı "Türkiye'de Yargı Yoktur" isimli kitap. En son okuduğum Elif Şafak'ın "Baba ve Piç" i. Hangisini yazayım karar veremedim.

Kitaplara, okumaya bu denli tutkuyla bağlanınca, Elias Canetti'nin Körleşme'sindeki kitap düşkünü "Profösör Kein" geliyor aklıma. 

Şu gerçeğin çok net farkındayım. Kitap tutkusu, okuma aşkı bir kere gelip kurulmuşsa insanın gönül tahtına, o tahta kurulandan usanılmıyor.

Kitaplar, kitaplar, kitaplar...

Hiç unutmuyorum. Sürekli şiir konuştuğumuz, şiir okuduğumuz bir arkadaşım vakti zamanında bana şöyle demişti. "Sen şiirden, kitaptan başka şey bilmez misin? Usanmaz mısın?" 

Ne diyordu Yunus Emre:

“Biz sevdik âşık olduk,
Sevildik maşuk olduk.
Her dem yeni doğarız,
Bizden kim usanası.”

İyilikle kalın.