"Aristokrat insanların bu kadar parayla büyük kentlerde yaşaması varken, neden kendini ıssız doğanın kucağına atıp renksiz ve heyecansız tekdüze bir hayat yaşadığını bir türlü anlayamıyordu. Bu köy hayatından kurtulup Paris'e gitmek ve orada yaşamak istiyordu. Edebiyatçıların, ressamların, aktörlerin yaşadığı kalabalık sokaklarda yürümek, dünyayı gezip görmüş renkli ve sıra dışı insanlarla tanışmak, akşamları ışıl ışıl lambalarla aydınlatılmış Paris'in hayat dolu sokaklarındaki kaldırımları arşınlamak istiyordu.
Buna ulaşabilmesi için yapabileceği tek şey vardı. Evlenmek.
Ama şu kadarki talipleri, kendisi gibi taşrada yaşayan ve taşra dışındaki dünyayı umursamayan gelenekçi aristokratlardı. Ona bıkıp usanmadan aşk mektupları yazan Vespasien, tıpkı tüm genç aristokratlar gibi karşısına çıkan her güzel kızla flört eden birisiydi. Ayrıca çok sığ kafalı birisiydi. Georgette ne kadar zengin olursa olsun, öyle bir erkekle evlenmeyi hiç istemiyordu. Onunla nişanlı kaldığı birkaç ay boyunca bunu çok iyi görmüştü. Vespasien, ona yazdığı mektuplarda sürekli babasının evlenince ona tahsis edeceği Deville yamaçlarındaki çiftlik evinden bahsedip durmuştu. Evlendikleri günden ölünceye kadar Georgette'yle o çiftlik evinde yaşamayı arzuladığını söylemişti. "Orada ikimiz hayat boyu çocuklarımızla birlikte mutlu yaşayacağız," demişti. "Eşsiz bir manzarası var aşkım, tablolara yakışır yeşil bir tepenin önünde bir ev, etrafı ulu kara ağaçlarla çevrili, yakınlarında bir nehri bile var. Otlaklarımızda besili hayvanlarımız olacak ve onların peşinde koşturan çocuklarımız; her şeyimiz olacak, onlarca hizmetçin olacak, her istediğin anında karşılanacak, her şey masallardaki gibi mükemmel olacak."
Georgette ise bu masallardan sıkılmıştı. Onlarca uşağı veya hizmetçisi olmasını istemiyordu. Saçlarını taramak için birisine ihtiyacı varmış gibi davranmak istemiyordu. Eğer Vaspesien'le evlenseydi, kendini her konuda kısıtlayan babası Frédéric'in evinden çıkıp onu başka bir çiftlik evine kapatacak kocanın hükmü altına girmenin, bir zindandan ötekine gitmekten ne farkı vardı ki? Hayır Georgette'nin evleneceği insan sanatçı ruhlu olmalıydı. Onu operalara, tiyatrolara, konserlere, kulüplere götürmeliydi. Yazları ülke dışına çıkarmalıydı. Her yaz bir başka ülkeyi, hatta birden fazla ülkeyi gezdirmeliydi. Ona şiirler okumalı, keman ya da piyanoyla şarkılar çalmalıydı. Onu her gece dışarı çıkarmalı, evdeyken de zarafet ve hassasiyetle yaklaşmalıydı.
Vespasien gibi taşralı zenginlerin tek bildikleri, sülün avlamak, nişan talimi yapmak, ata binmek ve kılıç kullanmaktı. Hepsi de geçen yüzyıldan kalma, yabancıl ve duygusuz aristokratik eğlencelerdi. Oysa Paris'in görkemli ve ünlü salonlarında opera dinlemek, kılıktan kılığa giren eğlenceli aktörlerle tanışmak, engin ruhlu şairlerle veya yazarlarla sohbetler etmek, yeni mekanlara gitmek, denizde yüzmek, at yarışlarını izlemek, coşkulu insan kalabalıkları içinde kahkahalar atmak, rengârenk mumlarla aydınlatılmış kulüplerde danslar etmek ne kadar da heyecan uyandırıcı ve hayat dolu şeylerdi. Georgette bunları yapmak istiyordu işte. Hayatını doya doya yaşamak istiyordu. Pazarları kilise ayinlerine katılıp, evde çocukları ve kocasıyla yastık çürütmek yerine, Paris'e can veren sanat ateşinin içine karışmak, özgürlüğün ve aşkın yüceliğiyle ruhunu yakmak, kalbindeki tüm güçle hayata karışmak, ateş dolu bir nehir gibi Paris'in içine akmak istiyordu."
Alein Kentigerna
Sırlar Uçurumu/Syf.73-74
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder