“Safahât´ımda,
evet, şi´r arayan hiç bulamaz;
Yalınız, bir yeri hakkında "hazin işte bu!" der.
Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil. Hangisi var ya?
Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!”
Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil. Hangisi var ya?
Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!”
1873-1936 yılları arasında yaşayan milli
şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un hayatı incelendiğinde onun I. ve II.
Meşrutiyet’in ilanı, İttihat ve Terakki’nin kurulup örgütlenme, iktidara geliş
süreci, II. Abdülhamit dönemi, çökmekte olan bir imparatorluğun son demleri,
Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin kuruluşu ve nihayetinde
küllerinden doğan bir milletin Batılılaşma çabaları ve modernleşme yolunda
adımların atıldığı birbirinden önemli tarihsel gelişmeye tanık olduğu görülür.
Âkif’in şiir yolculuğu; hiç kuşkusuz var
olduğu çağa sırtını dönmeden hakikâtı yaşayan, gözlemleyen, doğayı, içinde
yetiştiği milletin karşılaştığı olayları ve bunların halka yansımalarını dert
edinmiş, insanın içine işleyen hüzünlü ancak ümitvar olmayı sürdüren bir şair,
yazar ve düşünürden izler taşır.
Çünkü Âkif; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
geçiş dönemini yaşamış, fıkrî dönüşümlere yazıları, konuşmaları, vaazları ve en
önemlisi elbette şiirleriyle damgasını vurmuş, İstiklâl Marş’ımızı kaleme almış
son derece önemli bir kişiliktir. Bu özellikleri dolayısıyla onun etkisi
dönemiyle sınırlı kalmamış, sonraki tarihlerde de fikirlerine, heyecanlarına
katılan, bunları kendi zamanlarının ruhu içinde yeniden gündeme taşıyan çok
geniş bir toplumsal kesim her daim var olmuştur.
Mehmet Âkif Ersoy’un kişiliğinde sanatçı
yaratıyla inandığını söyleyip yapan, erdemli bir yaşayışın bütün öğeleri
birleşir. İstanbul halkının konuşma dilini de, Osmanlıca, Arapça, Fransızca'yı
da iyi bilir, kullanır. Vezne esir olmadığı için aruzun etkilerini kendi şiirine
taşımaz. Yer yer fazla gerçekçilikle eleştirildiği için zamanla bu katı
sözlükten vazgeçmiş görünür. Bu dönemde yayımladığı Safahat’ın son kitabı
Gölgeler'deki şiirlerinde “İslam Dini’nin Asr-ı Saadet Zamanına” dönmesi
gerektiğini ön plana çıkaran, mesnevi uyak düzenini kullanan şiir anlayışını
sürdürür.
Kelime anlamı itibariyle “hayatın
değişik yüzleri, görünümleri” anlamına
gelen Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde,
Hatıralar, Asım, Gölgeler olmak üzere yedi ayrı kitaptan oluşur. Safahat;
kaybedilmiş vakitlere, yitirilmiş topraklara, dağılmış millet bütünlüğüne,
yağmalanmış coğrafya zenginliğine nasıl karşı durulacağının işaretleriyle
doludur. Safahat; alelâde bir zihnin hezeyanı olmayıp, inançlı, vakur, kararlı,
kendinden emin bir aklın ilmihâlidir.
Prof.Dr.Mehmet Kaplan'ın
ifadeleriyle söylersek “Safahat, adeta muayyen bir nokta-i nazardan tasvir
edilen bir romana benzer: Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir,
fakir, zengin, dindar, dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek
tabaka, münevver, cahil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp,
sulh, şehircilik, köycülük, mazi, hâlihazır, hayat, hakikat hemen hemen her şey
Âkif'in duyuş ve görüş sahnesine girer. Ve bunu yalnız şiirle değil, bütün
ifade vasıtalarıyla anlatır: Tasvirler yapar, portreler çizer, hikâyeler
söyler, fıkralar anlatır, konuşmalara başvurur, vaaz eder. Komik, trajik,
öğretici, hamasi, lirik, hakimane her olayı, her tonu kullanır. Bu suretle Âkif,
şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hatta edebiyatı da
aşar, onu hayatın da kendisi yapar.”
Kimi edebiyat eleştirmenlerince Safahat’ın
bir roman ya da hikâye karakterinde olduğu ifade edilmiş olsa da Doç. Dr. Fazıl
Gökçek konuyu şöyle değerlendirir: “Almanca'da şöyle bir ayrım vardır. Bir
“Gedichh” var, şiir, bir “Prosa” var, nesir, düzyazı, bir de bu ikisini de
birlikte ifade eden “Dichtung” kavramı var Almancada. Manzum ve mensur edebî
eserlerin tamamı için kullanılan bir terim “Dichtung.” Türkçe'de bunu nasıl
karşılarız bilemiyorum, ama Mehmet Âkif’in eserlerini bu kavramla ifade
edebileceğimizi düşünüyorum.”
Safahat’ta yalnızca bizim
medeniyetimizin kültürüne ait konular değil, Avrupa’da vardır. “Garb” imgesiyle
çeşitli ulusları anlatsa da, Batı ülkelerinden Almanya, şairin nazarında
müstesna yere sahip tek millettir demek mümkündür. Şaire göre Almanya, diğer Batılı
uluslardan farklı, Doğu milletlerine en yakın ulustur. Şairi böyle düşünmeye
sevk eden sebeplerden biri şüphesiz I.Dünya Savaş’ında Berlin’i ziyaret etmesi,
bizzat yaşananlara şahit olması ve I.Dünya Savaş’ında Almanya ile müttefik
olmamızdır. Almanya izlenimlerini anlattığı “Berlin Hatıraları” onun Doğu ve Batı
hakkındaki fikirlerini realist tasvirlerle yansıtması bakımından ilgi çekicidir.
Almanların teknolojik ileriliğini, Berlin sokaklarının temizliğini, düzenini,
otellerin konforunu hayretler içinde gören şair, Müslüman memleketlerinin içler
acısı durumunu görerek kahrolmuştur. I.Dünya Savaşı esnasında şairin Berlin’e
gitme sebebi Almanya’da itilaf ordularından esir alınmış yüz bin Müslüman
kardeşine hakikatleri söylemektir. Teknolojik gelişmesi, medeniyeti ve
düzenliliği ile Almanya Âkif’te hayranlık uyandırır:
“Otel meğer o değilmiş, şimendüfer de keza...
Sokak mı benzeyen az çok? Aman canım, hâşâ!
Meğer oteller olurmuş saray kadar ma’mur.
Adam girer de yaşarmış içinde, mest-i huzûr.
Beş altı yüz odanın her birinde pufla yatak...
Nasib olursa eğer, hiç düşünme yatmana bak!
Sokakta kar yağadursun, odanda fasl-ı bahâr,
Dışarda leyle-i yeldâ, içerde nısf-ı nehâr!”
Hatıralarında Batı’nın her
iki yüzünü de anlatmaktan, yazmaktan çekinmeyen Âkif, bir yandan Batı’ nın son derece planlı, programlı hayat tarzına dikkat çekerken
bir yandan da yazdığı dizelerle Batı’yı eleştirmekten geri durmaz.
Ancak, Almanya ziyaretinden sonra Almanya’yı diğer batılı uluslarından farklı
gördüğü anlaşılmaktadır.
Allah’ı bir tanımak suçuyla evi barkı
yıkılan üç yüz elli milyon can biner biner mevta olurken bunu görmezden gelen
sözde vicdan sahibi Batıya öfkesini gizleyemeyen şair, “Doğu ülkelerini zulüm
kasıp kavururken, Batılı buna seyirci kalıp o cellâdı alkışlarken, Almanya Doğunun
yanındaydı” der ve:
“Onun
netice-i ikazıdır ki: “Avrupalı”
Denince
rûhu sağır, kalbi his için kapalı,
Müebbeden
bize düşman bir ümmet anlardık
Hayır,
bu inanış doğru değil!”
Dizelerinde Almanya’ya farklı bir gözle
baktığını duyumsatır.
Safahat’a ilişkin sözlerimizi Âkif’in
“Safahat İçin” başlıklı dizeleriyle bitirelim.
"Arkamda
kalırsın, beni rahmetle anarsın."
Derdim, sana baktıkça, a bîçâre kitabım!
Kim derdi ki: sen çök de senin arkana kalsın,
Uğrunda harâb eylediğim ömr-i harâbım?
Derdim, sana baktıkça, a bîçâre kitabım!
Kim derdi ki: sen çök de senin arkana kalsın,
Uğrunda harâb eylediğim ömr-i harâbım?
Kaynaklar:
1-‘Bir Şimdiki Zaman Şairi’: Âkif/Duran Boz
2-Mehmet
Âkif Ersoy’un Fikir Dünyasını Oluşturan Tarihsel Arka Plan/Prof.Dr.Mehmet Naci
Bostancı
3-Süleymaniye
Kürsüsünden Bir Parça Şiir Tahlilleri/Mehmet Kaplan
4-
Mehmet Âkif’in Şiirleri, Şiiri Ve yepyeni Bir Safahat Yayını/Fazıl
Gökçek/H.Harika Durgun Söyleşisi
5-
Mehmet Âkif’te Yabancı Ulus İmgeleri/Derya Güven
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder