Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

12 Mart 2014 Çarşamba

Mehmet Âkif’in Safahat Eksenli Şiir Yolculuğu


“Safahât´ımda, evet, şi´r arayan hiç bulamaz;
Yalınız, bir yeri hakkında "hazin işte bu!" der.
Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil. Hangisi var ya?
Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!”

1873-1936 yılları arasında yaşayan milli şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un hayatı incelendiğinde onun I. ve II. Meşrutiyet’in ilanı, İttihat ve Terakki’nin kurulup örgütlenme, iktidara geliş süreci, II. Abdülhamit dönemi, çökmekte olan bir imparatorluğun son demleri, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin kuruluşu ve nihayetinde küllerinden doğan bir milletin Batılılaşma çabaları ve modernleşme yolunda adımların atıldığı birbirinden önemli tarihsel gelişmeye tanık olduğu görülür.

Âkif’in şiir yolculuğu; hiç kuşkusuz var olduğu çağa sırtını dönmeden hakikâtı yaşayan, gözlemleyen, doğayı, içinde yetiştiği milletin karşılaştığı olayları ve bunların halka yansımalarını dert edinmiş, insanın içine işleyen hüzünlü ancak ümitvar olmayı sürdüren bir şair, yazar ve düşünürden izler taşır.

Çünkü Âkif; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş dönemini yaşamış, fıkrî dönüşümlere yazıları, konuşmaları, vaazları ve en önemlisi elbette şiirleriyle damgasını vurmuş, İstiklâl Marş’ımızı kaleme almış son derece önemli bir kişiliktir. Bu özellikleri dolayısıyla onun etkisi dönemiyle sınırlı kalmamış, sonraki tarihlerde de fikirlerine, heyecanlarına katılan, bunları kendi zamanlarının ruhu içinde yeniden gündeme taşıyan çok geniş bir toplumsal kesim her daim var olmuştur.

Mehmet Âkif Ersoy’un kişiliğinde sanatçı yaratıyla inandığını söyleyip yapan, erdemli bir yaşayışın bütün öğeleri birleşir. İstanbul halkının konuşma dilini de, Osmanlıca, Arapça, Fransızca'yı da iyi bilir, kullanır. Vezne esir olmadığı için aruzun etkilerini kendi şiirine taşımaz. Yer yer fazla gerçekçilikle eleştirildiği için zamanla bu katı sözlükten vazgeçmiş görünür. Bu dönemde yayımladığı Safahat’ın son kitabı Gölgeler'deki şiirlerinde “İslam Dini’nin Asr-ı Saadet Zamanına” dönmesi gerektiğini ön plana çıkaran, mesnevi uyak düzenini kullanan şiir anlayışını sürdürür.

Kelime anlamı itibariyle hayatın değişik yüzleri, görünümleri” anlamına gelen Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım, Gölgeler olmak üzere yedi ayrı kitaptan oluşur. Safahat; kaybedilmiş vakitlere, yitirilmiş topraklara, dağılmış millet bütünlüğüne, yağmalanmış coğrafya zenginliğine nasıl karşı durulacağının işaretleriyle doludur. Safahat; alelâde bir zihnin hezeyanı olmayıp, inançlı, vakur, kararlı, kendinden emin bir aklın ilmihâlidir.

Prof.Dr.Mehmet Kaplan'ın ifadeleriyle söylersek “Safahat, adeta muayyen bir nokta-i nazardan tasvir edilen bir romana benzer: Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir, fakir, zengin, dindar, dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek tabaka, münevver, cahil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik, köycülük, mazi, hâlihazır, hayat, hakikat hemen hemen her şey Âkif'in duyuş ve görüş sahnesine girer. Ve bunu yalnız şiirle değil, bütün ifade vasıtalarıyla anlatır: Tasvirler yapar, portreler çizer, hikâyeler söyler, fıkralar anlatır, konuşmalara başvurur, vaaz eder. Komik, trajik, öğretici, hamasi, lirik, hakimane her olayı, her tonu kullanır. Bu suretle Âkif, şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hatta edebiyatı da aşar, onu hayatın da kendisi yapar.”

Kimi edebiyat eleştirmenlerince Safahat’ın bir roman ya da hikâye karakterinde olduğu ifade edilmiş olsa da Doç. Dr. Fazıl Gökçek konuyu şöyle değerlendirir: “Almanca'da şöyle bir ayrım vardır. Bir “Gedichh” var, şiir, bir “Prosa” var, nesir, düzyazı, bir de bu ikisini de birlikte ifade eden “Dichtung” kavramı var Almancada. Manzum ve mensur edebî eserlerin tamamı için kullanılan bir terim “Dichtung.” Türkçe'de bunu nasıl karşılarız bilemiyorum, ama Mehmet Âkif’in eserlerini bu kavramla ifade edebileceğimizi düşünüyorum.”

Safahat’ta yalnızca bizim medeniyetimizin kültürüne ait konular değil, Avrupa’da vardır. “Garb” imgesiyle çeşitli ulusları anlatsa da, Batı ülkelerinden Almanya, şairin nazarında müstesna yere sahip tek millettir demek mümkündür. Şaire göre Almanya, diğer Batılı uluslardan farklı, Doğu milletlerine en yakın ulustur. Şairi böyle düşünmeye sevk eden sebeplerden biri şüphesiz I.Dünya Savaş’ında Berlin’i ziyaret etmesi, bizzat yaşananlara şahit olması ve I.Dünya Savaş’ında Almanya ile müttefik olmamızdır. Almanya izlenimlerini anlattığı “Berlin Hatıraları” onun Doğu ve Batı hakkındaki fikirlerini realist tasvirlerle yansıtması bakımından ilgi çekicidir. Almanların teknolojik ileriliğini, Berlin sokaklarının temizliğini, düzenini, otellerin konforunu hayretler içinde gören şair, Müslüman memleketlerinin içler acısı durumunu görerek kahrolmuştur. I.Dünya Savaşı esnasında şairin Berlin’e gitme sebebi Almanya’da itilaf ordularından esir alınmış yüz bin Müslüman kardeşine hakikatleri söylemektir. Teknolojik gelişmesi, medeniyeti ve düzenliliği ile Almanya Âkif’te hayranlık uyandırır:

“Otel meğer o değilmiş, şimendüfer de keza...
Sokak mı benzeyen az çok? Aman canım, hâşâ!
Meğer oteller olurmuş saray kadar ma’mur.
Adam girer de yaşarmış içinde, mest-i huzûr.
Beş altı yüz odanın her birinde pufla yatak...
Nasib olursa eğer, hiç düşünme yatmana bak!
Sokakta kar yağadursun, odanda fasl-ı bahâr,
Dışarda leyle-i yeldâ, içerde nısf-ı nehâr!”

Hatıralarında Batı’nın her iki yüzünü de anlatmaktan, yazmaktan çekinmeyen Âkif, bir yandan Batı’ nın son derece planlı, programlı hayat tarzına dikkat çekerken bir yandan da yazdığı dizelerle Batı’yı eleştirmekten geri durmaz. Ancak, Almanya ziyaretinden sonra Almanya’yı diğer batılı uluslarından farklı gördüğü anlaşılmaktadır.

Allah’ı bir tanımak suçuyla evi barkı yıkılan üç yüz elli milyon can biner biner mevta olurken bunu görmezden gelen sözde vicdan sahibi Batıya öfkesini gizleyemeyen şair, “Doğu ülkelerini zulüm kasıp kavururken, Batılı buna seyirci kalıp o cellâdı alkışlarken, Almanya Doğunun yanındaydı” der ve:

“Onun netice-i ikazıdır ki: “Avrupalı”
Denince rûhu sağır, kalbi his için kapalı,
Müebbeden bize düşman bir ümmet anlardık
Hayır, bu inanış doğru değil!”

Dizelerinde Almanya’ya farklı bir gözle baktığını duyumsatır.

Safahat’a ilişkin sözlerimizi Âkif’in “Safahat İçin” başlıklı dizeleriyle bitirelim.

"Arkamda kalırsın, beni rahmetle anarsın."
Derdim, sana baktıkça, a bîçâre kitabım!
Kim derdi ki: sen çök de senin arkana kalsın,
Uğrunda harâb eylediğim ömr-i harâbım?


Kaynaklar:
1-‘Bir Şimdiki Zaman Şairi’: Âkif/Duran Boz
2-Mehmet Âkif Ersoy’un Fikir Dünyasını Oluşturan Tarihsel Arka Plan/Prof.Dr.Mehmet Naci Bostancı
3-Süleymaniye Kürsüsünden Bir Parça Şiir Tahlilleri/Mehmet Kaplan
4- Mehmet Âkif’in Şiirleri, Şiiri Ve yepyeni Bir Safahat Yayını/Fazıl Gökçek/H.Harika Durgun Söyleşisi
5- Mehmet Âkif’te Yabancı Ulus İmgeleri/Derya Güven

Hiç yorum yok: