Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

31 Mart 2014 Pazartesi

Ömr-i Taun


Adım adım gölge gibi peşimdesin. Dilimde çıngıraklı yılanın çıkrığı gibi sallanıp durmasan diyorum. Ellerimde havaya asılı kalan çiğ tanelerini tutma isteği, ne kadar uzansam da yetişemiyorum. Yaz desem değil, kış desem değil esen rüzgar getire getire sonbahar kokusunu getiriyor ne zamandır. Büyük taun gibi savrulmuş etrafa akideler. Hem şekerli hem zehirli. Arada bir çıtırdıyorlar kulak kesiliyorum belki bir adımın aksidir diye şekerleri ezen. Ben kulak kabartınca susuyor, ben duymazken koşuyor. Ayaklarımı sarkıtıyorum çeşm-i bülbüle. Malum tuzlu su şişkinlikleri alır. Elimde kara toprak karıyorum, balçık oluyor, sarıyorum bedenim tamamlanıyor. Az ötede durup, allı güllü morlu ağaçtaki tek bir çiçeği görmemiş olsam; biliyorsun bir an durmam. Madem biri açtı tüm fırtınalara, poyrazlara, şiddetli asitli yağmurlara rağmen; bari o yaşasın tüm renklerini kaybedinceye kadar. Öyle bir bakıyor ki, havaya zannedersin güneş var. Öyle bir gerinmiş ki, fırtına esen meltem! Uzaktan ona bakmak gülümsetiyor beni. Sahi, gülmek ne garip geliyor şu an. Ağzım çizgi gibi açılıyor iki yana. Ne kadar ince imiş dudaklarım. Ara ara tükürük harcıyorum; yalandan bir ebem kuşağı için. Sahi, tutup çeksem, kaçırır mı kargaları? Yok yok belime sarmalıyım kuşak misali. Hem ne zamandır hemhâl olduğum göbek tümseği de görünmez.

Çiçek! İn artık aşağıya! Bırak alsın rüzgar seni, savursun. Orada durmanın alemi yok. Bakma bana küçümseyici gözlerle. Korkma! Ölene kadar saçlarımda taşıyacağım seni. Çakıl taşlarının arasına gömeceğim sonra. Hatta istersen kule gibi büyük bir taş duvar bile yaparım senin için. Üzerinde de yazar ”Son kalan çiçek, burada gömülü” diye.

Bak yine geldi başıma! Ne var? Küstün mü bana çiçeğe yüz verdim diye? Vallahi amacım öldürmekti. Senin yanında boşa direnmesin zavallıcık. Dur! Estirme deli deli. Dellenme hemen. Gölgem gibi peşimdesin zaten. Çıngıraklı yılanın ucu dilimde… Sus artık sus! Uğuldayıp durma sağır ettiğin kulaklarım çınlıyor. Gönül matemimi hiç tutmadım ki anlı şanlı biçimde. Sen bağırsan ne fayda… Ama anladım ben, amaç çiçeği delirtmekte. Ya ben? Sen de mi görmez oldun beni? Sen bile yani… Geçen yıldı işte; saklanırdım ağaç kovuğuna, hatta onu bir tek şimşekle bölmüştün ikiye; ben, beni merak ettin, kızdın zannettimdi. Halbuki… Bak yine gülümsedim, ağzım çizgi. Karanlık bastırıyor. Nereye gideceğim ben şimdi? Siluetler var etrafımda gezinen. Hepsi bir tek şey yapıyormuş gibi görünen. Zahirin kılavuz istediği yerde, çok ama çok uzaktan bana taşıdığın şey lavanta mı? Barışmak mı istiyorsun yoksa?   Sen de gitme ne olur. Tamam, söz, indireceğim ben o asi, başına buyruk, edepsiz çiçeği. Ellerimle ezip atacağım göle. Olmadı mı? Peki, şelaleden aşağı sallandırsam? Anlaştık  ömr-i taunum; ya sonra? Demek özgür olacağım, sonuncusu da giderse. Özgürlük kıyamet mi?


Pınar Saka
Ayna İnsan Dergisi 2103, Sayı: 6

Hiç yorum yok: