Adım adım gölge gibi
peşimdesin. Dilimde çıngıraklı yılanın çıkrığı gibi sallanıp durmasan diyorum.
Ellerimde havaya asılı kalan çiğ tanelerini tutma isteği, ne kadar uzansam da
yetişemiyorum. Yaz desem değil, kış desem değil esen rüzgar getire getire
sonbahar kokusunu getiriyor ne zamandır. Büyük taun gibi savrulmuş etrafa
akideler. Hem şekerli hem zehirli. Arada bir çıtırdıyorlar kulak kesiliyorum
belki bir adımın aksidir diye şekerleri ezen. Ben kulak kabartınca susuyor, ben
duymazken koşuyor. Ayaklarımı sarkıtıyorum çeşm-i bülbüle. Malum tuzlu su
şişkinlikleri alır. Elimde kara toprak karıyorum, balçık oluyor, sarıyorum
bedenim tamamlanıyor. Az ötede durup, allı güllü morlu ağaçtaki tek bir çiçeği
görmemiş olsam; biliyorsun bir an durmam. Madem biri açtı tüm fırtınalara,
poyrazlara, şiddetli asitli yağmurlara rağmen; bari o yaşasın tüm renklerini
kaybedinceye kadar. Öyle bir bakıyor ki, havaya zannedersin güneş var. Öyle bir
gerinmiş ki, fırtına esen meltem! Uzaktan ona bakmak gülümsetiyor beni. Sahi,
gülmek ne garip geliyor şu an. Ağzım çizgi gibi açılıyor iki yana. Ne kadar
ince imiş dudaklarım. Ara ara tükürük harcıyorum; yalandan bir ebem kuşağı
için. Sahi, tutup çeksem, kaçırır mı kargaları? Yok yok belime sarmalıyım kuşak
misali. Hem ne zamandır hemhâl olduğum göbek tümseği de görünmez.
Çiçek! İn artık aşağıya! Bırak alsın
rüzgar seni, savursun. Orada durmanın alemi yok. Bakma bana küçümseyici
gözlerle. Korkma! Ölene kadar saçlarımda taşıyacağım seni. Çakıl taşlarının
arasına gömeceğim sonra. Hatta istersen kule gibi büyük bir taş duvar bile
yaparım senin için. Üzerinde de yazar ”Son kalan çiçek, burada gömülü” diye.
Bak yine geldi başıma! Ne var? Küstün mü
bana çiçeğe yüz verdim diye? Vallahi amacım öldürmekti. Senin yanında boşa
direnmesin zavallıcık. Dur! Estirme deli deli. Dellenme hemen. Gölgem gibi
peşimdesin zaten. Çıngıraklı yılanın ucu dilimde… Sus artık sus! Uğuldayıp
durma sağır ettiğin kulaklarım çınlıyor. Gönül matemimi hiç tutmadım ki anlı
şanlı biçimde. Sen bağırsan ne fayda… Ama anladım ben, amaç çiçeği delirtmekte.
Ya ben? Sen de mi görmez oldun beni? Sen bile yani… Geçen yıldı işte;
saklanırdım ağaç kovuğuna, hatta onu bir tek şimşekle bölmüştün ikiye; ben,
beni merak ettin, kızdın zannettimdi. Halbuki… Bak yine gülümsedim, ağzım çizgi.
Karanlık bastırıyor. Nereye gideceğim ben şimdi? Siluetler var etrafımda
gezinen. Hepsi bir tek şey yapıyormuş gibi görünen. Zahirin kılavuz istediği
yerde, çok ama çok uzaktan bana taşıdığın şey lavanta mı? Barışmak mı
istiyorsun yoksa? Sen de gitme ne olur.
Tamam, söz, indireceğim ben o asi, başına buyruk, edepsiz çiçeği. Ellerimle
ezip atacağım göle. Olmadı mı? Peki, şelaleden aşağı sallandırsam?
Anlaştık ömr-i taunum; ya sonra? Demek
özgür olacağım, sonuncusu da giderse. Özgürlük kıyamet mi?
Pınar Saka
Ayna İnsan Dergisi 2103, Sayı: 6
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder