Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

27 Mart 2014 Perşembe

Kırmızı


"Koluna dokundum, hafifçe, böylece onu kırık bir kaldırım taşının kenarından dolaştırdım, bir kol boyu uzaklığımdan. Üç-dört adım sonra tekrar yan yana geldiğimizde, kolunu belime sardı, beni kendine yaklaştırdı, elini kaburgalarımın üzerinde hissettim. Çok doğal, bildik bir temastı. Daha sonra, bunu hiç fark etmeden yaptığını söyledi, bir avanstı demek ki. Böylece yan yana yürüdük, birimiz ya da diğerimiz bir şey söylemeden . Öncesinde bir şey olmuş muydu, dokunuşlar? Hayır. İlgi, sempati belli eden değinmeler olmuş muydu? Hayır. Bedenin temel yakınlık eğilimini belli eden gözler, eller, ses üzerinden verilen sinayaller olmuş muydu? Hayır.Sadece bakışları. O araştıran, açık, kendini açan bakışları . Tozun içine dökülmüşse ölüdür ışık. Ve sonra onaylayış. Birbirimize sadece baktık. Ona arabasına kadar eşilik ettim. Elinin bir hareketiyle beni içeri davet etti. Arabada yan yana oturduk, birbirimize baktık, o sırada bir futbol takımı taraftar grubu yaklaştı, anlaşılmaz bir savaş homurtusu koparttılar ve biri elini bize doğru uzatıp zafer işareti yaptı.

Beni eve götürdü, o dar sokakta evimin önünde durdu, motoru kapattı ve yakında görüşmek üzere dedi. Biraz tutuk, el freninin üzerinden uzanıp vedalaşmak üzere ona sarılmak istediğimde beni dudaklarımdan öptü-arkamızda bir araba korna çalana kadar öpüştük.

Merdivende, basamakları ikişer ikişer, hatta üçer üçer çıktım. Açık pencerenin kenarında oturup sigara içtim ve yüreğimi sakinleştirmeye çalıştım. Değerli matem konukları, şaşırtıcı olan, hiç ama hiç alışılmamış olan şuydu: Kendimi kendi yarattığım ilgisiz bir mesafelilik tutumu içinde emniyete almışken, bir anda, duyarlı gözlere sahip bir kadın sayesinde, kızım olabilecek bir kadın sayesinde, kendimi tekrar bir düşünceler, duygular, özlem, kuşku, yakınlık isteği, hatta bedensel yakınlık isteği karmaşası içinde, bu kadına yakın olmak için nefesimi kesecek denli güçlü bir isteğin başkaldırısı içinde bulmuştum. Kendimi oturmaya, derin derin nefes almaya ve nefesimi uzun uzun bırakmaya zorladım, zorlamam gerekiyordu; serotonin, yani mutluluk habercisinin bedenime akın ettiği, kan dolaşımının canlandığı, yüreğimin daha hızlı çarptığından başka bir anlama gelmeyen o mutluluk duygusu içinde oturdum ve dışarıdaki Berlin gecesini seyrettim, haziranın üçüydü ve ben kendimi, kanımın sesini, kulaklarımdaki uğultuyu dinledim. Değerli matem konukları, size söylemek istediğim şu ki, düşünmeyi de ihmal etmemiştim: Viejo Verde, sonbahar aşkı ve insanın aklından geçen diğer şeyler. İhtiyar keçi. Onurla yaşlanmak. Şu ilke: Soğukkanlılığını koru. Bu sükûneti yitirme. Seni koruyan bu itidal ve fazilet dengesini kaybetme. Hayır. Dürüst olmak gerekirse, yukarı çıkar çıkmaz aynaya koştum ve kendimi inceledim, iyice kırışıklıkları, saçlarımı; parmaklarımı saçlarının arasından geçirdim, şakaklarımda çok beyaz vardı, diğer yerlerde sarılarla karışıktı. Aynalı kafedekinden çok farklı bir izlenim. Ertesi gün kendime bir nemlendirici krem almaya karar verdim. Çocukça, gülünç diye düşündüm. Umurumda değildi. Dengemi ancak ertesi gün, ertesi sabah tekrar kazandım, aynadaki görüntüme şöyle söyledim: Öyle romantik bakmasana. Kendimi karın toprağı örttüğü gibi örtülü tutmanın -bu da sadece koruma dürtüsüyle- dışında hiçbir karar almamaya karar verdim. Aşk asabi bir hal, sigara, alkol, kahkahalar, kıkırdamalar, şapır şupur öpüşmeler, sürtünmeler ve düzüşmek de farklı değil, hepsi bu yüzden. Bu, her şeyi, öncelikle de kendini unutma isteği, tek bir an içinde, bu patlama, bedenden dışarı uğrama, kendinden dışarı çıkma, terden sırılsıklam, soluk soluğa, boğuk sesle, zamanın dışına düşerek ölürmüş gibi.  

Uwe Tımm/Kırmızı syf. 50-51-52

Hiç yorum yok: