Orijinal
adı Shawshank Redemption. Ancak filmin içeriği ile yapılan Türkçe isim
benim daha çok hoşuma gidiyor. Bunu bulan güzel bulmuş.
1947 yılında
genç ve başarılı bir bankacı olan Andy Dufresne karısını ve onun sevgilisini
öldürmek suçundan cezasını çekmek üzere Shawshank hapishanesine gönderilmişti.
Oysaki masumdu
ancak o masumiyette bile bir suçlu, kusurlu yanı olduğunu 20 yıl sonra
hapishaneden kaçacağı gün hapishanede ki yakın dostu Red’e şöyle ifade ediyordu
“Karım sürekli olarak beni tanımanın zor olduğunu söylerdi. Kapalı bir kitap
gibisin der ve sürekli şikâyet ederdi. Çok güzeldi. Tanrım! Onu gerçekten çok
sevmiştim. Ancak bunu nasıl göstereceğimi bilmiyordum. Evet… Onu ben öldürdüm.”
Bunu söylediğinde Red’in Dufresne bakışı çok güzeldi. Şaşırmış ama anlamaya
çalışarak… Andy Dufresne devam eder; “Tetiği ben çekmedim ama onu kendimden
uzaklaşırdım ve karım benim yüzümden öldü, davranışım yüzünden.” Harika bir
replik değil mi? Kendini hapishane de geçen 20 zorlu yılın ardından bu biçimde
sorgulayabilmek ve bu çıkarıma ulaşmak… Stephan King’den beklenmeyecek bir
anlatım.
Evet, Dufresne
bu konuşmayı yaptığı gece Shawshank hapishanesinden kaçar.
O, yıllar
boyunca kaldığı hücrenin duvarını heykel yapmakta kullanılan küçük bir keski
ile kazarak kaçış tünelini yapmıştır. Yıllar boyu her hece o tüneli adeta iğne
ile kazmış çıkardığı toprakları her sabah hapishanenin bahçesine pantolonunun
paçasından dökmüştür.
Belki de kaçışın
en zor yeri 500 metrelik lağım borusundan geçmesidir.
Hapishane de
tecavüze uğramış, dayak yemiş, hapishane müdürünün kirli işlerinde ona yardım
etmiştir. Gerçi o kirli işlerden müdürün kazandığı paraları zekâsı ve posta
hizmetlerini iyi kullanarak kendi hesabına geçirmiş, kaçış sonrası ona rahat
hayat yaşatacak bedeli bir anlamda kirli insanlardan geri almıştır ama
yaşadıklarının bedeli belki de yine de ödenmiştir denemez.
Sanırım tüm
bunlar bu filme Türkçe ismini veren kişiyi çok etkiledi ki o da filme “esaretin
bedeli” dedi. Özgür olmanın, özgür kalmanın değil esaretin.
Dufresne
kaçacağı gün arkadaşı Red’e bir şey daha söyler. Bir yer tanımlar. “Eğer” der “bir
gün buradan çıkarsan sana söylediğim yere git.” O yer Dufresne’in karısı ile
ilk defa seviştiği ve evlenme teklif ettiği yerdir. Beni tanımlamada ki şu
ifade çok etkilemişti “Orada büyük bir ağaç göreceksin tıpkı Robert Frost’un
şiirlerinde ki gibi.”
İşte ben bu
ifadeyi ilk duyduğumda film en başından itibaren zihnimden yeniden geçiverdi.
Her izleyişimde ise o şairi ve şiirlerini bilmenin hazzıyla izledim.
Evet, Robert
Frost “yol ikiye ayrıldı” şiirini yirmili yaşlarında (Necip Fazıl’ın
kaldırımları onsekizinde yazması gibi) yazmayı başarmış, Amerikanın ünlü ve büyük
şairi.
Red, Dufresne
’in kaçışından sonra kendisiyle her on yılda bir görüşmeye gelip tahliye olacak
kadar suçunun bilincine varıp varmadığını anlamaya çalışan şartlı tahliye
memurlarının “düzeldiğine inanıyor musun?” sorusuna şu cevabı verir; “Düzelmek
mi dediniz? Bir düşüneyim. Bunun nasıl bir şey olduğu hakkında hiçbir fikrim
yok. Evlat, ben bunun ne olduğunu bilmiyorum. Sizler için uydurulmuş politik
bir kelime. Sizin gibi işi olan, kravatlı, takım elbiseli gençlerin bilmek
istediği nedir? Yaptığım şey için pişman olmamı mı istiyorsunuz? Pişman
olmadığım bir gün bile yok. Burada olmamı ya da olmamam gerektiği düşünmeniz
için değil ama o zamanı düşünüyorum da o küçük aptal çocuğun işlediği korkunç
bir suç. Şimdi o aptal çocuğu karşıma alıp konuşmak istiyorum. Ama bunu
yapamam. O çocuk çok eskide kaldı. Geride bu yaşlı adam artığı var. Bununla
yaşamak zorundayım. Düzelmek mi dediniz? Bu çok saçma bir söz! Gidip
formlarınızı damgalayın evlat, boş verin gitsin, benim vaktimi harcamayın. Çünkü
doğruyu söylemek gerekirse artık umurumda değil.”
Bu konuşmadan
sonra Red tahliye edilir. Ona verilen bir işte çalışmayı dener ama
yapamayacağını anlar. Aklına dostu Dufresne gelir ona söz vermiştir çünkü.
Çıkarsa Robert Frost’un şiirlerinde ki gibi yere gidecek, orada ki uzun
duvardaki diğerlerinden farklı siyah taşı bulup taşın altına bakacaktır.
Frost’un
şiirlerinde ki gibidir sahiden de;
Yol ikiye
ayrıldı güze batık ormanda
Gezemediğim için
üzgünüm ikisini de
Bir gezgin gibi
tek başına, uzun süre
Durdum, baktım
en uzaktaki yola
Bükülüyordu
çalılıkların arasında
Ve bence o
şiirde ki gibi Red, Dufresne’in farklılığını bir defa daha anlar.
Anlatacağım
derin bir âh ile bu durumu
Yıllar yılı her
yerde her zaman:
Yol ikiye
ayrılmıştı ormanda ve ben
Daha az
katledilmiş olanı seçtim
Ve bütün ayrımı
yaratan da buydu
Dufresne,
hapishane duvarına elinde ki küçük keski ile bir şey kazımaya çalışırken büyük
bir parça taş kopmuş ve o zaman oradan kaçabileceğini anlamıştı. Diyor ki
Frost;
Ah, yalnızca
başka bir oyundur dışarıda oynanan,
Herkes bir
tarafta. Dahası da var:
Duvarın olduğu
yerde duvarın gereği yoktur.
Duvarda ki oyuğu
gizlemek için her yıl farklı bir poster asar duvara Dufresne. Yirmi yıl boyunca
her yıla farklı poster. O yılın ünlü kadın sinema oyuncusu. Kaçtığı yıl ise
Rita Hayworth. Filmin uyarlandığı kitabın orijinal adı da Rita Haywort and
Shawshank Redemption.
Frost çok
etkilemiş Dufresne’yi;
Neyi duvarın
içinde ve dışında bırakıyorum,
Ve kime bir suç
yükleyeceğimi.
Duvarı sevmeyen
bir şeyler vardır,
Duvarı yıkmak isteyen”. “Peri” adını takabilirim O’na,
Fakat tam olarak
peri değil ve keşke
Kendisi
söyleyebilseydi kendisine.
Ve Red gider.
Taşı bulur. Dufresne nerede olduğunu anlar. Pasifik okyanusu kıyısında bir
yerde buluşurlar. Ve yine Robert Frost’un şiirlerinde olduğu gibi.
Okyanusa kıyı
olmaktan daha büyük
Sadakat
düşünemez yürek,
Bir duruşun
kıvrımını tutarak,
Sayısız bir
tekrarı sayarak.
Evet, sizde bu
filme kanalların birinde rastlarsanız Robert Frost şiirleri eşliğinde
izlersiniz sanırım. Daha bir güzel olur bence.
Sevgiyle kalın. Şiire
ve aşka emanet olun.
2 yorum:
En sevdiğim filmi bir de böyle şiir penceresinden okumak çok keyifliydi.
Teşekkür ederim.
Ne güzel bir şiirin izinden gitmek ve filmi yeniden düşünmek. Tebrikler yazan kişiye.
Evet, ben de bu filmin Esat Selışık'ın yazısından sonra daha farklı bir gözle izleneceğini düşünüyorum.
Selamlar...
Yorum Gönder