O zaman sormak gerekiyor:
Nedir büyük şiir?
İnsanlık tarihi ve elbette sanatın tarihi bize gösteriyor ki; adına
“büyük” denilebilecek ressamlar, yazarlar ve şairler toplumların alt-üst olma
dönemlerinde ortaya çıkarlar. Dünyanın her hangi bir bölgesinde ufukta görülen
yeni bir sistem vardır ve o sistem yeryüzünün hemen her tarafında bir takım
rahatsızlıklar yaratır. Bu kanamanın adı kimi zaman “iç-savaş” olur”, kimi
zaman da bir “dünya savaşı.” Yeni bir şeyler yoldadır, ama bunun çok net
farkında değildir insanlık. Tam da burada sonradan “deha” adını alacak sanatın
her alanında ürün verecek insanlar ortaya çıkar. İşte bu insanlar büyük resmi
yaparlar, büyük romanı ve büyük şiiri yazarlar. Hayatın belki de tamamına
egemen olacak yeni gerçeklik kapıda beklemektedir ve o büyük insanlar bu
“beklentinin” sanatını üretirler.
Böyle bir umudu legalize etmek hiç de kolay değildir.
Samimiyet ister,
Entelektüel bir birikim ister,
Cesaret ister,
Ve en önemlisi hemen bütün ömrün feda edilmesini gerektirir.
Yani efendim; “deha” olmak, “büyük yazar” olmak öyle kolay bir iş
değildir.
“Büyük şair” olmaksa ayrıca katlanılması gereken bir hayat tarzı
demektir. Zira şiir; edebiyat ürünlerinden oldukça farklı ve çok özel bir edebi
türdür. Ve kuşkusuz daha tepkiseldir.
Şaire ve edebiyatçıya böyle geniş bir perspektiften bakıldığında
yıllardır tartışılan, hatta bu anlamda fırtınalar yaratılan bazı şeylerde
kayganlaşıyor ve belki de soyutlaşıyor.
Neydi onlar?
“Sanat, sanat için midir, yoksa toplum için midir?”
Ya da;
“Bireyci” ve “toplumcu” ayrımı.
Neden böyledir bu?
Şundan.
Dünya adı tam olarak bilinmese bile yeni şeylere gebedir, bu
görülmektedir artık. Ve yapılacak olan doğuma yardımcı olmaktır. Bunu yapanlar,
yapabilenler ancak “büyük” sıfatını hak ederler. Diğerleri de “küçük” mutsuz
“mülayim” şairler olarak ait oldukları lağımlarda çürüyüp giderler.
Selahattin Hilav’ın bir yazısında okumuştum yıllar önce. Batı’da
“Küçük Şairler Antolojileri” çıkarılırmış farklı yayınevleri tarafından. Adları
değişik olsa da ülkemizde böyle bir şeyler her yıl yapılıyor. Ve bu çukurda
kaybolmak için “küçük şairler” birbiriyle yarış ediyorlar!
Neyse!
Ne demiştik?
Toplumların önünü açan şair “büyük” şairdir.
Bu anlamda ben A.Rimbaud’la Neruda arasında fark görmem. Zira her
ikisi de tarihe yol gösteren hatta zaman
zaman tarihin önüne geçen insanlardır.
Benim bu sayfada hep anlattığım üst gerçekçiler de bence “büyük”
şairlerdir. Onlar “hadi bir grup kuralım da saçma sapan şeyler yazalım” diyerek
ortaya çıkmamışlardır. Dünya onları edebiyat sahnesine itmiştir. Ama
arkalarında sağlam bir ideoloji olmadığı için kafalarında tasarladıkları şiiri
bitiremeden bu “sahne” den çekilmek zorunda kalmışlardır.
Tam da burada açıklanması gerekiyor:
Üst gerçekçi insanların yazdığı şiir dahil "büyük şiir" sosyolojik
bir gerekliliğin adıdır biraz da. Aynı atmosferin romanı da yazılmıştır, resmi
de yapılmıştır. Söz konusu olan toptan bir ayaklanmadır. Bu nedenle bana göre
bu sanat insanları gerçek birer kahramandır ve onlar insanlığın
kardeşleridir.
Bu insanların tamamı aynı şiiri yazmamıştır elbet, aynı romanı da
yazmamışlardır, resim anlayışları çok farklıdır. Ama bence ayrılıklar değil,
benzerlikler ele alınmalıdır. Çünkü onlar kendilerini “kutsal” denilebilecek
bir “dava” adına tüketmişlerdir.
Ne adına?
Şiirin, sanatın ve sanatçının namusu adına.
Onları her zaman hürmetle analım lütfen!
Metin Güven
Onaltıkırkbeş Sayı: 28 Nisan 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder