Türk edebiyatına birbirinden
değerli romanlar bırakan Orhan Kemal’in; 1950’li yıllarda önce uzun hikâye,
sonra oyun formatında yazdığı kült eseri “72.Koğuş”, “Koğuşta izmaritine zar atılıyordu” cümlesiyle başlar. Bu çarpıcı
cümle; bir yandan işledikleri suçla birlikte kaderiyle oyun oynamış,
özgürlüğünü kaybetmiş yoksul insanların cezaevinde içine düştükleri durumu
özetlerken, bir başka yönden de okurun
belleğini Aristo’nun “kullanacak
kuvvetin, dağıtacak himmetin yoksa kıymetinde yoktur” sözündeki “himmet ve
kıymet” kavramlarıyla yüzleştirir.
72.Koğuş’un verdiği toplumcu
mesajı anlamak için öncelikle 1940’lı yılların şartlarının ve o döneme mührünü
vurmuş olayların hatırlatılmasında fayda vardır. Zaten yazar da oyunun farklı
bölümlerinde tarihe ilişkin somut veriler sunarak o dönem koşullarını gözler
önüne sermekten kaçınmamıştır.
“Dünyada savaş vardı Motorlu Alman birlikleri yıldırım hızıyla
Avrupa’yı altüst ediyordu. Yollar, sınırlar kapanmış, dışarıdan içeriye pek bir
şeyler gelmiyor, memleket kendini güç besliyordu. Ekmek karneye binmişti.
Cezaevinde şekerin topağı beş kuruşa satılıyordu” (72.Koğuş, syf.17)
“Kaya Ali ürktü. Başgardiyanın omuzu üzerinden duvardaki takvime gözü
kaydı. Takvim, 1941 yılı şubatının yirmisini gösteriyordu”(72.Koğuş, syf.60)
1940’lı yıllar deyince, akla ilk gelen
somut düşünce Türkiye ve Dünya’da çalkantılı yıllar olarak adlandırılan olaylar
silsilesidir. Hafızalarımızı yineleyerek olayları tekrar anımsamak gerekirse II.Dünya
savaşı patlak vermiş, Alman ordusu, Polonya’yı işgal ederek Rusya’ya doğru
ilerlemektedir. Genç Türkiye Cumhuriyeti süren savaş ortamında ekonomik
eşitsizlikler, kıtlık, bir türlü bitirilemeyen eşraf, ayan, ağalık gibi feodal
yapılarla mücadele ederken, halk, tek partiyle süregelen baskıcı uygulamalardan
bunalmıştır ve görünürde mevcut olmayan muhalefetin boşluğunu Nâzım Hikmet,
Sabahattin Ali gibi dönemin şair ve yazarları doldurmuştur. D.T.C.F olayları ve
1945 yılında meydana gelen Tan Matbaasının yıkılmasıyla sonuçlanan gösteriler
ilerleyen yıllarda o döneme tanık olanlar tarafından ülkede kaynayan cadı
kazanı benzetmesiyle anlatılırken, aynı dönemi anlatan 72.Koğuş için de, yaşama
cezaevinden müdahil olan bir yazarın, “cezayı
karanlık bir şölene çeviren uygulamaların” yazılı tanıklığıdır denilebilir.
72.Koğuş’da yaşayan mahkûmların
hepsi, günümüz söylemiyle ifade edecek
olursak “Kaybedenler Kulübü” nün
üyesi gibidirler.
Yazarın: “72.Koğuş, bütün cezaevlerinde olduğu gibi cezaevinin en yoksul, yoksul
olduğu için de en pis koğuşuydu. Buranın insanları ayağa kalkmış birer
solucandılar”, diyerek betimlediği koğuşta
dostluklar paraya ve çıkar ilişkilerine dayalı, kalleşlik ve ihanet sefalet
maskesini takınmış, vefa pamuk ipliğine bağlıdır. Temelinde eşitlik ve özgürlük
kavramları yatan, insan merkezli, hiçbir kısıtlamaya ve zorlamaya bağlı
olmaksızın düşünme, davranma, herhangi bir koşula bağlı olmama durumu; her
türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi istencine, kendi düşüncesine
dayanarak karar vermesi durumu olarak adlandırılan insan hakları, hukukun
koruduğu menfaat olarak adlandırılan hak, adalet gibi kavramların cezaevi
koşullarında hükmünü yitirişi, insan onurunun, açlık karşısında saygınlığını
kaybederek nasıl diz çöktüğü, iyi-kötü karşıtlığından beslenerek, gerçekçi bir
dille anlatılır.
Oyunun kahramanlarından Ahmet
Kaptan; sessizliği, geceyi seven, kumar oynamayan, hapisten çıkınca kuracağı
düzeni düşleyen ve 72.koğuşun diğer âdembabalarına benzemeyen biridir.
Annesinin gönderdiği 150 Lira’ya “Kardaş
malı ortaklık” fikriyle yaklaşır. Koğuşu terk etmeden, tencere kaynatarak, âdembabaların
karınlarını doyurmaya başlar, arkadaşı Berbat’ın yönlendirmesiyle Sölezli’nin
koğuşunda kumar oynamaya alışır. Günler geçtikçe şeytanı gürleşen, kılıcı
keskinleşen Ahmet Kaptan, kumarda kazandıkça koğuşun yaşam koşullarını
iyileştirir. Herkese yatak alır. Harçlık verir, sigara dağıtır, koğuşu badana
yaptırır, ampul taktırır, pencerelerin kırık pervazlarını, camlarını yeniletir.
Böylelikle 72.Koğuşta negatif süren yaşam koşulları pozitife evrilir ki, bu
yeni durumu yazar şöyle ifade eder:
“Fırtına dinmiş, pırıl pırıl bir güneş 72.Koğuş’un camsız
pencerelerinden içeri kalın bir sütun gibi vurmuştu. Âdembabalar mutluydular.
Tatlı güneşe yayılmış, konuşuyorlardı.
“Her zaman tok olmak ne iyi!”
“İnsan rahatça uyuyor” (72.Koğuş, syf.50)
“Tok karınla uyunan uykunun tadı bir başka oluyordu. İnsan korkunç
rüyalar görmüyor, genç, güzel kadınlarla düşlerinde sevişiyor, iliklerine kadar
ısınıyordu. Tokluk gibi var mıydı? Yaşasındı
tokluk!” (72.Koğuş, syf.57)
“Toklukla birlikte 72.Koğuş’a edep, haya, ar, namus da girmişti. Başka
koğuştan misafirler geliyor, başka koğuşlara misafirliğe gidiliyor, çaylar
kaynıyor, kahveler pişip bol bol sigara içiliyordu.” (72.Koğuş, syf.72)
Bu süreçte Ahmet Kaptan’ın
yanında olan Berbat, kumardan payına düşen paraları alarak başka bir koğuşa
taşınır. Müdürün odacısı Bobi Niyazi; erkek koğuşundan gönderilen çamaşırları
yıkayarak geçinen Fatma’dan, Ahmet Kaptan’a bahseder. Çünkü Bobi Niyazi’nin asıl
derdi Kaptan’ın paralarını söğüşlemektir ve kadınlar koğuşuna her gidip
gelişinde Fatma’dan haber getirdiğini söyleyerek, Fatma’nın ağzından mektup
yazarak, amacına ulaşır.
Hapishaneden çıkınca kuracağı
yuvayı düşleyen Ahmet Kaptan, bir kez revirde görüştüğü Fatma’ya âşık olur,
onunla nikâhlanacağı, ev tutacağı, köyüne, anasına gelinini götüreceği günleri
düşünür.
“Gündüzleri elleri arkasında, kendi kendine tenhalarda volta vurarak
Fatma’yı düşündükten başka, geceleri âdembabalar uyuduktan sonra tünediği
pencereden gözlerini kırmızı kiremitli yapıya dikerek Fatma’yı, hep Fatma’yı
düşünür” (72.Koğuş, syf.87)
Hâlbuki Fatma’nın bu aşktan
haberi yoktur ve cezası dolunca çıkıp gider. Ahmet Kaptan, gidişini gördüğü
Fatma’nın dönüşünü bir saplantı hâlinde beklemeye başlar, bu bekleyişi zamanla
kendi kendine konuşarak çıldırma düzeyine erişir. Kumarı bırakmıştır. Fatma’dan
başka hiçbir şey düşünmemektedir.
Para bitince 72.Koğuş eski hâline
döner. Cezaevinde para alternatifi olmayan bir güçtür, dini inançlar haricinde farklı
şeylere tapınmanın başka bir biçimidir ve tapındıkları güç kaybolunca Âdembabalar
Kaptan’dan uzaklaşırlar.
“Günler günleri kovaladı. Paralar suyunu çekti. 72.Koğuş eski hâlini
aldı. Yataklar, yorganlar, yastıklar, ayakkabılar çıkarılıp çıkarılıp satıldı,
ampul satıldı, üst başlar satıldı. Mangal, tencere, sahanlar, çaydanlık,
kaşıklar sırasıyla satıldı. Kışa doğru camlar da çıkarılıp satıldıktan sonra,
koğuşta dişe dokunur bir şey kalmadı. Yalnız Kaptan’ın yatağı, yorganı,
yastığı, sırtındaki elbise, ayakkabıları…
Kış ortasında çerçeveler kırılıp parçalanarak koğuşun ortasında
yakıldı, ısınıldı.” (72.Koğuş, syf.93)
Kimi insanlar için vefa
İstanbul’da bir semt adıdır ve insan düşmeye görsün, bu dünyada kara gün
gelince yapılan iyiliklerden daha kolay unutulan başka bir şey yoktur. Çünkü
böyle anlarda insan başkasının hak ve hukukunu kendi nefsine tercih etmez,
adaleti, hakkı, insanlık onurunu gözetmez ve bencillik duygusu ruhun tüm
hücrelerini teslim alır.
Oyunun sonunda 72.Koğuş eski
durumuna geri döner. Âdembabalar, Fatma’dan başka hiçbir şey düşünmeyen Ahmet
Kaptan’ın yatağı, yorganı, giydiği elbise, ayakkabılarına kadar neyi varsa
elinden alırlar. Kış bastırmıştır. 72.Koğuşta açlık, sefalet içinde sürdürülen
yaşama bir de soğuklar eklenir. O sene Beton, Fitil, Tavukçu, İzmirli ve diğer
on âdembaba donarak can verir. Baharla birlikte Berbat, koğuşa geri döner, onun
dönüşünü kimse umursamaz. Ertesi kış, bir sabah vakti gardiyanlar Berbat ve
Kaya Ali’yi donmuş olarak bulurlar. Donmak üzere olan Ahmet Kaptan’ı revire
kaldırırlar.
Kaptan fiziken iyileşse de ruhen
iyileşemez. Pencerenin demir parmaklıklarına tutunup, Fatma’nın umuduyla yaşar.
En sonunda diğer âdembabalar gibi o da bir sabah bedeni kaskatı kesilmiş hâlde
bulunur.
“Sabahleyin 72.Koğuş’ un kapısını açan gardiyanlar işi anlayarak
koştular: Kalın parmaklarıyla Kaptan pencere demirlerini öyle kavramıştı ki,
et, kemik, demir birbirine perçin olmuştu sanki. Kalbini dinlediler atmıyordu
artık. Nabız atmıyordu. Koca beden kaskatı kesilmişti” (72.Koğuş, syf.97)
Orhan Kemal 72.Koğuş’u şu
cümlelerle bitirir:
“Bir ara ufacık bir serçe kuu bir an Kaptan’ın penceresine kondu,
içeriye doğru bir şeyler bıcırdadı, bıcırdadı… Sonra şaşkın, ürkek, aşağıya
baktı. Aşağıda ta aşağıda, dipte, karlar üzerinde gördüğü bir taneye doğru
kendini bıraktı.”(72.Koğuş, syf.98)
Kuşların özgürlüğü, ruhun
sonsuzluğunu, aklın ve düşüncenin hızını sembolize etmesi gibi geniş çağrışımları
düşünüldüğünde, yazar 72.Koğuş’un finalinde âdembabaların ruhlarının özgürleştiğini,
doğada her şeyin kendi mecrasında devam ettiğini vurgulamak istemiş olabilir.
Ancak, olayları kendinden hiçbir yorum katmadan aktaran yazar, okurlarını
cezaevi koşullarının merhametsiz görüntüsüyle baş başa bırakıp aradan
çekilirken, asıl amacının hiç kuşku yok ki “72.Koğuş” imgesinden yola çıkarak
ülkemizde bulunan bütün cezaevlerinde insan hakları, adalet, hak kavramları ve insan
onuruna yakışır yaşam koşullarının sorgulanması gerektiğine işaret ettiği
seçeneği de gözardı edilmemelidir.
Ufuk Gökmeriç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder