Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

27 Nisan 2014 Pazar

İnsan Haysiyeti'nin 72.Koğuş’la İmtihanı


Türk edebiyatına birbirinden değerli romanlar bırakan Orhan Kemal’in; 1950’li yıllarda önce uzun hikâye, sonra oyun formatında yazdığı kült eseri “72.Koğuş”, “Koğuşta izmaritine zar atılıyordu” cümlesiyle başlar. Bu çarpıcı cümle; bir yandan işledikleri suçla birlikte kaderiyle oyun oynamış, özgürlüğünü kaybetmiş yoksul insanların cezaevinde içine düştükleri durumu özetlerken,  bir başka yönden de okurun belleğini Aristo’nun “kullanacak kuvvetin, dağıtacak himmetin yoksa kıymetinde yoktur” sözündeki “himmet ve kıymet” kavramlarıyla yüzleştirir.

72.Koğuş’un verdiği toplumcu mesajı anlamak için öncelikle 1940’lı yılların şartlarının ve o döneme mührünü vurmuş olayların hatırlatılmasında fayda vardır. Zaten yazar da oyunun farklı bölümlerinde tarihe ilişkin somut veriler sunarak o dönem koşullarını gözler önüne sermekten kaçınmamıştır.

“Dünyada savaş vardı Motorlu Alman birlikleri yıldırım hızıyla Avrupa’yı altüst ediyordu. Yollar, sınırlar kapanmış, dışarıdan içeriye pek bir şeyler gelmiyor, memleket kendini güç besliyordu. Ekmek karneye binmişti. Cezaevinde şekerin topağı beş kuruşa satılıyordu” (72.Koğuş, syf.17)

“Kaya Ali ürktü. Başgardiyanın omuzu üzerinden duvardaki takvime gözü kaydı. Takvim, 1941 yılı şubatının yirmisini gösteriyordu”(72.Koğuş, syf.60)

1940’lı yıllar deyince, akla ilk gelen somut düşünce Türkiye ve Dünya’da çalkantılı yıllar olarak adlandırılan olaylar silsilesidir. Hafızalarımızı yineleyerek olayları tekrar anımsamak gerekirse II.Dünya savaşı patlak vermiş, Alman ordusu, Polonya’yı işgal ederek Rusya’ya doğru ilerlemektedir. Genç Türkiye Cumhuriyeti süren savaş ortamında ekonomik eşitsizlikler, kıtlık, bir türlü bitirilemeyen eşraf, ayan, ağalık gibi feodal yapılarla mücadele ederken, halk, tek partiyle süregelen baskıcı uygulamalardan bunalmıştır ve görünürde mevcut olmayan muhalefetin boşluğunu Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali gibi dönemin şair ve yazarları doldurmuştur. D.T.C.F olayları ve 1945 yılında meydana gelen Tan Matbaasının yıkılmasıyla sonuçlanan gösteriler ilerleyen yıllarda o döneme tanık olanlar tarafından ülkede kaynayan cadı kazanı benzetmesiyle anlatılırken, aynı dönemi anlatan 72.Koğuş için de, yaşama cezaevinden müdahil olan bir yazarın, “cezayı karanlık bir şölene çeviren uygulamaların” yazılı tanıklığıdır denilebilir.

72.Koğuş’da yaşayan mahkûmların hepsi,  günümüz söylemiyle ifade edecek olursak “Kaybedenler Kulübü” nün üyesi gibidirler.

Yazarın: “72.Koğuş, bütün cezaevlerinde olduğu gibi cezaevinin en yoksul, yoksul olduğu için de en pis koğuşuydu. Buranın insanları ayağa kalkmış birer solucandılar”, diyerek betimlediği koğuşta dostluklar paraya ve çıkar ilişkilerine dayalı, kalleşlik ve ihanet sefalet maskesini takınmış, vefa pamuk ipliğine bağlıdır. Temelinde eşitlik ve özgürlük kavramları yatan, insan merkezli, hiçbir kısıtlamaya ve zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme, davranma, herhangi bir koşula bağlı olmama durumu; her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi istencine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu olarak adlandırılan insan hakları, hukukun koruduğu menfaat olarak adlandırılan hak, adalet gibi kavramların cezaevi koşullarında hükmünü yitirişi, insan onurunun, açlık karşısında saygınlığını kaybederek nasıl diz çöktüğü, iyi-kötü karşıtlığından beslenerek, gerçekçi bir dille anlatılır.

Oyunun kahramanlarından Ahmet Kaptan; sessizliği, geceyi seven, kumar oynamayan, hapisten çıkınca kuracağı düzeni düşleyen ve 72.koğuşun diğer âdembabalarına benzemeyen biridir. Annesinin gönderdiği 150 Lira’ya “Kardaş malı ortaklık” fikriyle yaklaşır. Koğuşu terk etmeden, tencere kaynatarak, âdembabaların karınlarını doyurmaya başlar, arkadaşı Berbat’ın yönlendirmesiyle Sölezli’nin koğuşunda kumar oynamaya alışır. Günler geçtikçe şeytanı gürleşen, kılıcı keskinleşen Ahmet Kaptan, kumarda kazandıkça koğuşun yaşam koşullarını iyileştirir. Herkese yatak alır. Harçlık verir, sigara dağıtır, koğuşu badana yaptırır, ampul taktırır, pencerelerin kırık pervazlarını, camlarını yeniletir. Böylelikle 72.Koğuşta negatif süren yaşam koşulları pozitife evrilir ki, bu yeni durumu yazar şöyle ifade eder:

“Fırtına dinmiş, pırıl pırıl bir güneş 72.Koğuş’un camsız pencerelerinden içeri kalın bir sütun gibi vurmuştu. Âdembabalar mutluydular. Tatlı güneşe yayılmış, konuşuyorlardı.

“Her zaman tok olmak ne iyi!”

“İnsan rahatça uyuyor” (72.Koğuş, syf.50)

“Tok karınla uyunan uykunun tadı bir başka oluyordu. İnsan korkunç rüyalar görmüyor, genç, güzel kadınlarla düşlerinde sevişiyor, iliklerine kadar ısınıyordu. Tokluk gibi var mıydı? Yaşasındı  tokluk!” (72.Koğuş, syf.57)

“Toklukla birlikte 72.Koğuş’a edep, haya, ar, namus da girmişti. Başka koğuştan misafirler geliyor, başka koğuşlara misafirliğe gidiliyor, çaylar kaynıyor, kahveler pişip bol bol sigara içiliyordu.” (72.Koğuş, syf.72)

Bu süreçte Ahmet Kaptan’ın yanında olan Berbat, kumardan payına düşen paraları alarak başka bir koğuşa taşınır. Müdürün odacısı Bobi Niyazi; erkek koğuşundan gönderilen çamaşırları yıkayarak geçinen Fatma’dan, Ahmet Kaptan’a bahseder. Çünkü Bobi Niyazi’nin asıl derdi Kaptan’ın paralarını söğüşlemektir ve kadınlar koğuşuna her gidip gelişinde Fatma’dan haber getirdiğini söyleyerek, Fatma’nın ağzından mektup yazarak, amacına ulaşır.

Hapishaneden çıkınca kuracağı yuvayı düşleyen Ahmet Kaptan, bir kez revirde görüştüğü Fatma’ya âşık olur, onunla nikâhlanacağı, ev tutacağı, köyüne, anasına gelinini götüreceği günleri düşünür.

“Gündüzleri elleri arkasında, kendi kendine tenhalarda volta vurarak Fatma’yı düşündükten başka, geceleri âdembabalar uyuduktan sonra tünediği pencereden gözlerini kırmızı kiremitli yapıya dikerek Fatma’yı, hep Fatma’yı düşünür” (72.Koğuş, syf.87)

Hâlbuki Fatma’nın bu aşktan haberi yoktur ve cezası dolunca çıkıp gider. Ahmet Kaptan, gidişini gördüğü Fatma’nın dönüşünü bir saplantı hâlinde beklemeye başlar, bu bekleyişi zamanla kendi kendine konuşarak çıldırma düzeyine erişir. Kumarı bırakmıştır. Fatma’dan başka hiçbir şey düşünmemektedir.

Para bitince 72.Koğuş eski hâline döner. Cezaevinde para alternatifi olmayan bir güçtür, dini inançlar haricinde farklı şeylere tapınmanın başka bir biçimidir ve tapındıkları güç kaybolunca Âdembabalar Kaptan’dan uzaklaşırlar.

“Günler günleri kovaladı. Paralar suyunu çekti. 72.Koğuş eski hâlini aldı. Yataklar, yorganlar, yastıklar, ayakkabılar çıkarılıp çıkarılıp satıldı, ampul satıldı, üst başlar satıldı. Mangal, tencere, sahanlar, çaydanlık, kaşıklar sırasıyla satıldı. Kışa doğru camlar da çıkarılıp satıldıktan sonra, koğuşta dişe dokunur bir şey kalmadı. Yalnız Kaptan’ın yatağı, yorganı, yastığı, sırtındaki elbise, ayakkabıları…

Kış ortasında çerçeveler kırılıp parçalanarak koğuşun ortasında yakıldı, ısınıldı.” (72.Koğuş, syf.93)

Kimi insanlar için vefa İstanbul’da bir semt adıdır ve insan düşmeye görsün, bu dünyada kara gün gelince yapılan iyiliklerden daha kolay unutulan başka bir şey yoktur. Çünkü böyle anlarda insan başkasının hak ve hukukunu kendi nefsine tercih etmez, adaleti, hakkı, insanlık onurunu gözetmez ve bencillik duygusu ruhun tüm hücrelerini teslim alır.

Oyunun sonunda 72.Koğuş eski durumuna geri döner. Âdembabalar, Fatma’dan başka hiçbir şey düşünmeyen Ahmet Kaptan’ın yatağı, yorganı, giydiği elbise, ayakkabılarına kadar neyi varsa elinden alırlar. Kış bastırmıştır. 72.Koğuşta açlık, sefalet içinde sürdürülen yaşama bir de soğuklar eklenir. O sene Beton, Fitil, Tavukçu, İzmirli ve diğer on âdembaba donarak can verir. Baharla birlikte Berbat, koğuşa geri döner, onun dönüşünü kimse umursamaz. Ertesi kış, bir sabah vakti gardiyanlar Berbat ve Kaya Ali’yi donmuş olarak bulurlar. Donmak üzere olan Ahmet Kaptan’ı revire kaldırırlar.

Kaptan fiziken iyileşse de ruhen iyileşemez. Pencerenin demir parmaklıklarına tutunup, Fatma’nın umuduyla yaşar. En sonunda diğer âdembabalar gibi o da bir sabah bedeni kaskatı kesilmiş hâlde bulunur.

“Sabahleyin 72.Koğuş’ un kapısını açan gardiyanlar işi anlayarak koştular: Kalın parmaklarıyla Kaptan pencere demirlerini öyle kavramıştı ki, et, kemik, demir birbirine perçin olmuştu sanki. Kalbini dinlediler atmıyordu artık. Nabız atmıyordu. Koca beden kaskatı kesilmişti” (72.Koğuş, syf.97)

Orhan Kemal 72.Koğuş’u şu cümlelerle bitirir:

“Bir ara ufacık bir serçe kuu bir an Kaptan’ın penceresine kondu, içeriye doğru bir şeyler bıcırdadı, bıcırdadı… Sonra şaşkın, ürkek, aşağıya baktı. Aşağıda ta aşağıda, dipte, karlar üzerinde gördüğü bir taneye doğru kendini bıraktı.”(72.Koğuş, syf.98)

Kuşların özgürlüğü, ruhun sonsuzluğunu, aklın ve düşüncenin hızını sembolize etmesi gibi geniş çağrışımları düşünüldüğünde, yazar 72.Koğuş’un finalinde âdembabaların ruhlarının özgürleştiğini, doğada her şeyin kendi mecrasında devam ettiğini vurgulamak istemiş olabilir. Ancak, olayları kendinden hiçbir yorum katmadan aktaran yazar, okurlarını cezaevi koşullarının merhametsiz görüntüsüyle baş başa bırakıp aradan çekilirken, asıl amacının hiç kuşku yok ki “72.Koğuş” imgesinden yola çıkarak ülkemizde bulunan bütün cezaevlerinde insan hakları, adalet, hak kavramları ve insan onuruna yakışır yaşam koşullarının sorgulanması gerektiğine işaret ettiği seçeneği de gözardı edilmemelidir.

Ufuk Gökmeriç

Hiç yorum yok: