Edebiyatın ve edebiyat
dergilerinin insanda neye karşılık geldiği; toplumdaki rolünün ne olduğu veya
olması gerektiğine yönelik bir araştırma yapılsa, hiç kuşku yok ki yazılmış yüzlerce
makaleyle karşılaşmak yüksek bir olasılıktır. Hatta Erdal Doğan’ın
“Edebiyatımızda Dergiler” isimli kitabıyla; şair, eleştirmen Mehmet Can
Doğan’ın 1909-2008 yılları arasında çıkan dergileri inceleyerek hazırladığı
“Türkiye'de Şiir Dergileri ve Şairler Mezarlığı” isimli kitap, dergilerin
tarihini anlatan derli toplu bir çalışma olması sebebiyle bu konuda akla ilk
gelen kaynaktır.
Öncelikle şunu belirtmekte de
fayda vardır. Yazmak; çizmek, görüntülemek, insanın kendi içinde yeni bir dünya
kurması ve bu düşsel dünyayı, asıl var olduğu dünyaya kaydetmesidir. Nitekim geçmişte
mağara devrinde duvarlara yazılıp, çizilmiş en ilkel resim ve yazılardan,
günümüz çağdaş sanatının en soyut eserine kadar mevcut her şeyde, insanın kültürle,
hayatla olan iletişim dilini görmek mümkündür ki dergilerin işlevi ve de önemi işte
tam da burada başlıyor.
Çünkü insanın var olduğu çağı
yansıtan bir ayna olmasının yanında, toplumsal erdemin estetik sözcülüğünü de yapan
edebiyatın zemininde hayatî
öneme sahip dört önemli unsur vardır. Dil, kültür, iletişim ve kurgusal yapı.
Antropoloji bilimin
kurucularından Edward Burnett Taylor kültürü şöyle
tanımlıyor : “Kültür ya da uygarlık; örf
ve adetler ve toplumun bir üyesi olarak insanoğlu tarafından kazanılmış olan
diğer alışkanlık ve yetenekleri de kapsayan bir bütündür.” Bozkurt Güvenç’e
göre de “insanın kendi ürünü olduğu
toplumu insanî kılış demektir, yani kültür, insanın kendisiyle birlikte doğayı
da insanîleştirme sürecidir.”
İletişim
ise kısaca bilgi üretme, anlamlandırma, aktarma sürecidir. Theodorson’un
tanımlamasıyla “esas olarak simgeler
aracılığıyla bir kişiden ya da grubtan diğerlerine bilginin, fikirlerin,
tutumların veya duyguların iletimidir.”
Her
ne kadar uygarlığa; insan yaşamına yön veren yazı, kâğıt, matbaa gibi üç icadın
iletişimi kolaylaştırıcı yanı göz ardı edilmesede kültürün kuşaktan kuşağa
iletilmesi dille yapılır. Dil, sözlü ve yazılı göstergelerden oluşan simgesel
bir iletişim aracıdır ve insan simgelerle düşünebilen tek canlıdır. Bilindiği
üzere dilin ana malzemesi de kelimelerdir. Edebî eserler yazıldığı dile ait kelimelerle hayat
bulur, kültürle zenginleşir ve yayımlandığı dergiler aracılığıyla okurla
buluşur. Bu süreç okurun belleğine bir tür ayna tutmayla özdeştir.
Cemil Meriç “Dergiler hür tefekkürün kalesidir” der. Özgün eserlerin özgür
düşünmekle ortaya konulabileceğini, yeni duyguların yeni ufuklar getirerek,
insana yeni boyutlar kazandıracağını vurgulayan bu cümle, bize dergilerin
bağımsız ve yenilikçi, sağlam görüşlerin sergilendiği bir yapılanması olması
gerektiğini işaret eder. Dergilerde böyle bir yapılanmanın gerçekleşmeside ancak
aynı idealleri paylaşan, dünyayı, insanı, yaşadığı coğrafyayı ve çağı aynı
doğrultuda algılayan fakat aynı zamanda da Voltaire’in “senin düşüncelerine katılmıyorum ama düşüncelerini özgürce ifade
edebilmen için hayatımı bile verebilirim” sözünü doğru içselleştirmiş insanların
bir araya gelmesiyle mümkün olabilir.
Bu bağlamda; ilk edebiyat dergisi
Mecmua-ı Fünun'dan itibaren yayımlanmış dergilere baktığımızda belirli bir ülkü
etrafında fikir birliği yapmış isimlerin çıkardığı dergilerin zamanla edebi
topluluklara dönüştüğü görülür. Tanzimat döneminde Servet-i
Fünûn, Cumhuriyet döneminde Ağaç, Çınaraltı, Varlık, Büyük Doğu, Hisar, Yaprak,
Pazar Postası, Türk Dili, Mavi, Papirüs, Edebiyat Dergisi, Diriliş, Mavera
dergileri hatırlanması gerekli ve Türk Edebiyatında iz bırakmış oluşumlardır.
Sonuç
itibariyle insanlar tarih boyunca duygularını ifade etmek, düşüncelerini özgürce
paylaşmak, tanık oldukları olayları gelecek kuşaklara aktarmak için çeşitli
yöntemler kullanmışlardır. Bir yazın sanatı olarak edebiyat ve edebî eser
meydana getirmek de bilinen eski iletişim yöntemlerinden biridir.
Son
dönemde çok farklı bir iletişim yöntemi olarak, internetin yaygınlaşmasına, e-
edebiyat, e- kitap kavramıyla karşı karşıya bulunulsa da matbuu dergiler
bilgilendiren, haberdâr eden özelliği, yazarla
okur arasında kelimelerden kurduğu köprüyle, Türk edebiyatında alternatifsiz “kale”
olma özelliğini sürdürecektir.
Çünkü:
“Söz uçar, yazı kalır” deyimi hâlâ geçerliliğini koruyor.
Fatih
Yavuz Çiçek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder