Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

16 Nisan 2014 Çarşamba

Sıradanlaşan Şiirin Kimlik Bunalımı


Şiir; üzerinde net olarak fikir birliğine varılmış bir tarifi olmamasına rağmen edebiyatın, yazın sanatlarının en gizemli alanlarından biri olma, sözün zirvesi olarak anılma özelliğini asırlardır koruyor. Şiiri esrarlı, çekici ve insan için vazgeçilmez kılan yanı da bu olmalı. Duyguların bilinmezliği ve tanımsızlığını düşsel ve görkemli imgelerle okura duyumsatırken sonsuz ân içinde nesnelerin, evrenin, kelimelerin hükümranlığıyla ele geçirilmesi, bazen soyuttan somuta bazen de somuttan soyuta vazgeçilmeyen fantastik bir yolculuktur şiir.

Nitekim Jean Cocteau bu fantastik yolculuğu “onsuz edilmeyen bir şeydir şiir; ama neden onsuz edilmez bir bilsem”  diyerek tanımlarken şiirin insan yaşamı için vazgeçilmezliğini de vurgular. Çünkü şair derdi olan insandır. Çünkü şairin yazdığı her şiir, aynı zamanda şairin kendi varlığını hayata kaydetme işidir ve işte okur da kendi varlığına ait olan ve kendisinin bir türlü dışa vuramadığı iç görüntülerini şairin şiir yaratım aynası üzerinden görür.

Bu sebepledir ki şiirlerin geneli soyutluk kavramı üzerinden kurulur. Çünkü şiiri şiir yapan asıl unsur ruhun gizemli dünyasına yapılan yolculuklarda okuyucuyu içine çekip sürükleyen heyecan ve serüvenlerdir. Şair herkesin bildiği, konuştuğu kelimelerden yüreğine süzülenleri düşleriyle imler ve şiirin dalgalı denizlerine bırakır. En gerçekçi yazıyorum diyen şair bile şiirlerine bir parça hayâl tozu karıştırır. Nesnel maddelerin soyutlaştırılması insanı düşünceye sevk eder. Her okuduğumuzda farklı lezzetler bulduğumuz, benliğimizde esrarengiz geçitlere kapılar aralayan, baştan sona merak uyandıran şiirler mutlak soyutluğun yansımalarıdır.

Kendi şiir penceremden yapmaya çalıştığım kısa açıklamalardan sonra son dönemde mevcut edebiyat ortamında yazılan şiirlere, yayımlanan şiir kitaplarına baktığımda (çok özel şiirler hariç) estetikten kopuşla birlikte giderek has şiirden, lirizmden uzaklaşan, argonun, hatta küfrün, bireysel ve karmaşık bir yapının, gündelik konuşma diliyle oluşturulmuş sıradan metinlerin şiir dünyasına hâkim olma, kanon oluşturma çabası içinde olduğunu ve bu tarz metinlerin kimi kesimlerce okura dayatılmaya çalışıldığı bir çıkmazlık hâlini gördüğümü söyleyebilirim.

Oysa üzerinde yaşadığımız coğrafyada insanlığın paylaştığı birçok ortak değeri, ülküsü, önemsenmesi gereken sarsıntılı süreçlerden geçiyor. Çevremizde bu sarsıntılı süreçle ortaya çıkan olumsuzluklar, Orta Doğu’da akıtılan kanlar, medya ve kitle iletişim araçlarıyla gelişen hızlı ve yıkıcı bir kültürel erozyonla karşı karşıya olmamız, toplumun önünde gitmesi gereken aydınların, şairlerin de yaşadığı bu sarsıntılı çağa tanıklık etme sorumluluğunda olduğunun ipuçlarını veriyor. Böyle bir ortamda halkın bir kısmı dünyada ne olup bittiğinin farkında değil, gündelik yaşama telâşına kendini kaptırmış durumda şiirle ilgisini kesmiş ve artık hiç şiir okumuyor. Halkın bir bölümü ise bu yeni durumdan mutsuz ve umutsuz. Toplumun büyük çoğunluğun belleği, gelecek kaygısıyla boşlukta sallanan bir saat gibi durmuş sanki.

Bu saati yazacakları büyük şiirlerle yeniden kurup harekete geçirecek şairler, şiirin toplumu kucaklayan, öncü, uyandıran, büyülü sesini unutmamalılar. Tam bu noktada “toplumun içinde bireysel varlığıyla yaşamını sürdüren insanın umutsuz ve mutsuz görünümünde ana etken nedir?” sorusu da akla gelebilir. Kanaatimce öncelikli ve asıl etken, insanın varoluşunda sahip olduğu baskın, insani, pozitif değerlerin, yukarıda sözünü etmeye çalıştığımız yaşadığı çağın negatif değerleriyle (daha çok toprak edinme, daha çok zengin olma isteği, yoksulu gözetmeme, mazlumu korumama, kendi yaşam biçimini başkalarına zorla dayatma, bencillik, eğitimsizlik vs.) bastırılmasıyla ortaya çıkan önce bireysel, sonra toplumun, oradan da şiirin katmanlarına dalga dalga yansıyan “kimlik bunalımı”dır.

Hâlbuki;

“yetmişiki millete bir göz ile bakmayan
şar’ın evliyasıysa hakikâte asidir” diyen Yunus Emre,

“Ne diye bu direnme ne diye,
Ne diye aydınlıktan kaçar insanlar ne diye,
Topumuz tek bir düşüncedeyiz, bir tek
Ne diye çift görür şaşı olmuşuz, ne diye” 

Dizelerini söyleyen Mevlâna ve ismini yazmadığım nice ozanlar, âşıklar asırlardır bu topraklarda yaşayan insanlar arasında ayrım yapmadan topluma ışık olmuş bizim asıl değerlerimiz, bize kim olduğumuzu hatırlatan ve günümüz şiirini, günümüz bireyini içine düştüğü boşluktan çıkaracak referans kaynaklarımızdan sadece bir kaçı değil midir?

Belki de çözüm Hilmi Yavuz’un “Felsefe ve Ulusal Kültür” başlıklı kitabında belirttiği “Ulusal kültürü temellendirmek için tutulacak yol, dün’den bugün’e gelmek değil, tam tersine bugün’den dün’e gitmektir” tümcesindedir ve ortak değerlerimiz, günümüz şiirini insanını içinde bulunduğu çıkmazdan ve “kimlik bunalımından” kurtarabilecek bir can simidi olarak asırlardan beri hep yanı başımızda durmaktadır.

2010 yılında kaybettiğimiz Şair Metin GÜVEN’in Onaltıkırkbeş Dergisinin Temmuz 2008 22.Sayısında yayımladığı “Şimdi Dersimiz Ne” başlıklı yazısını anımsayalım. Güven, şöyle diyordu:

“Şairsen ve kendinle, sistemle, insanlarla sorunun varsa ve dünyada olan belki de olmayan, olamayan şeyler seni rahatsız ediyorsa ve şiirini bu temelde kuruyorsan; senin zaten reel bir tavrın ve duruşun var demektir, bir de duyarlılığını dünya besliyorsa; sen bir adım öndesindir.

Geriye işin biçimsel ve “teknik” yanı kalır ki; bu da şairin zaman ve mekân içersinde mutlaka karşılığını bulacak olan ilgi ve etki alanını belirler.”

Geçtiğimiz yıllarda Irak’ı işgal ederek, Orta Doğu coğrafyasını derin bir çıkmaza sokan ABD’nin eski başkanı George W.Bush’a fırlattığı ayakkabılarıyla dünyanın gündemine oturan, bir süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilen ve gerek yaptığı eylem sonrası ve gerekse tahliye sonrasında kimi çevrelerde adeta bir başkaldırı, bir öncü, bir direniş imgesi gibi gösterilmeye çalışılan Mısırlı gazeteciyi anımsadınız mı?

Sanırım tam burada şöyle sormak gerekiyor: Şiirin eylemsel ve herkesten bir adım önde olma gücü mü? Yoksa fırlatılan bir çift ayakkabının gücü mü?

Soruyu Neruda'nın sözleriyle yanıtlayalım: "Şiiri kim öldürebilir ki? Kedi gibi yedi canlıdır şiir. Ona işkence ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar, ama şiir bütün bunları yaşar, tertemiz bir yüzle, gülümseyerek ortaya çıkar sonunda."

Fatih Yavuz Çiçek



Hiç yorum yok: