1. gün çarşamba
Hiç bir söz kırgınlıkları ifade edemiyor.
Oysa kolayca söyleyip kolayca kırdığımız ne çok kalp var. Tufan tahribatıyla
bıraktığımız.
Sarıp sarıp kaskatı toparladığımız yumak
ettiğimiz. Kopan, koptukça incelen… İnceldikçe, incesi çıkarılıp en sağlam
yerinden tekrar bağladığımız. Bağlandıkça daralan. Daraldıkça, düğümler ki
yakınlaşıp… Bir o kadar açılmaya müsait… Üstelik sarıp sarmaladıkça… Gamlar,
masallar, anılar… Anılar en çok da anılar sararıp düşüyor başımıza kuruyup,
ufalanıp…
Sanki hiç yağmur görmemiş, sanki
hiç canlanmamış dal ucundan da, sanki damarlarımıza yalım
vurmamış… Kıvrımlarımıza kazınmamış. Tenimize, gözlerimizin
bebeğine… Oturmamış hayatımızın merkezine. “mührü dem” o biricik noktamız.
Hangi nöbetler geceleri zifire çevirip,
gündüzleri güneşsiz bırakıyor. Ah bir cihan tekrar tekrar kuruluyor daracık
zamanların yorgun tarafında. Hangi tetikle taranan sözler kulaklarda çınlayıp
çınlayıp insanın kolunu kanadını darmaduman edip ortada bırakıyor.
Titriyor beden. Ölüm anı. Çırpınış.
Kafesinden kaçan bir kuşun kanatlarını açıp kendini boşluğa bırakmasına
benzemiyor ki…
Bu penceresi açık, rüzgârdan perdeleri havalanmış
bir odanın içine düşen bir güvercinin duvarlara vurması. Vurup vurup. Ürkek… Korkak…
En çok ürkek, pek çok ürkek.. pır pır.. ne olduğunu şaşırması…
İşte bu anı!
Uzunca susalım. Perdeleri aralayıp…
7. gün salı
Şimdi yağmur yağıyor.
Ayşe Keskin/ Trabzon
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder