Şiir, Edebiyat, Kültür, Sanat

2 Mart 2014 Pazar

Haziran’da Ölmek Zor*


“Doğmak en başta vedalaşmaktır yaşamla” Ayfer Feriha Nujen

Giriş

İnsanın varoluşuyla birlikte gerek kendini, gerekse yaşadığı dünyayı, etrafında olup bitenleri anlaması, bedensel varlığını sürdürme çabası hiç kuşkusuz ruhunda var olan yaşama bilincinin ışığıdır.

Her insan için dünyevi yaşamdan kopuş olarak adlandırılan yok oluş süreci, yani tensel varlığın sonlu olma durumu ise ilk insanlardan günümüze kadar kabullenilmesi zor bir realite olarak tarih boyunca canlılığını korumuş, insanoğlu ölüm karşısında duygularını yazılı, sözlü, birbirinden farklı tutum ve davranışların sergilendiği geleneksel matem âdetleriyle ifade etmiştir.

Ölüm acısı karşısında her toplumun kendine has tavırları olduğu gibi, tüm insanlık için ortak olanı da vardır. Örneğin insanoğlunu ölüm karşısında sergilediği en temel davranış ağlamak ve başına toprak saçmak olmuştur. Nitekim tarihte bilinen en eski epik şiir olarak bilinen Homeros’un “İlyada”sında Akhilleus’un, çok sevdiği arkadaşı Patroklos’un ölümü üzerine ağlayarak kendisini yerden yere attığı ve deniz kıyısında kendinden geçmiş bir hâlde iki eliyle yerden toprak alarak başına döktüğü anlatılır. Yine 10. Osmanlı Padişahı Kanunî’nin ölümünü duyan askerlerin başlarına toprak saçtıklarını da tarihi kayıtlardan biliyoruz.

Bunlardan başka; sevilen birinin ölümü üzerine yaka yırtmak, elbiseyi ters giymek, siyah veya gök renkli elbiseler giymek, başa giyilen külahı vs.yi yere vurmak, saç kesmek veya yolmak, taş vs. ile kendine vurarak döğünmek gibi âdetlerin çeşitli yazılı kaynaklara ve ebedî eserlere yansıdığı görülür.

İnsanlığın bu en çetin kavramı olan ölüm, “ölmeden önce ölünüz” kutsî hadisinin işaret ettiği varoluşun bu tasavvufî izahı ile estetik bir anlam kazanır, bu anlamın yorumları retorik aracılığıyla ifade edilir. Sözgelimi, “ölürse tenler ölür canlar ölesi değil” ya da “Şeb-i Arus” söylemine dönüşür, ölüm korku olmaktan çıkar. Bu arada Varoluşçuluk felsefesinin çözemediği bu denklemi tasavvuf çözmüş müdür? sorusuna cevap bulmak gerekir: “Yunus’a göre bütün varoluşun sırrı ve anlamı ölüm duygusu ve olgusunda yatmaktadır. Bunun için, Yunus, ölümü, J.P.Sartre ve diğer ateist varoluşçuların aksine, her şeyin kendisiyle son bulacağı kötü kader veya inanç olan bir son olarak görmüyor. Varoluşçulara göre, insanın bütün ıstıraplarının ve tasalarının kaynağı ölüm olduğu halde, Yunus için ölüm mutluluğun tâ kendisidir. Yunus ve varoluşçular ölümün insana özünü kazandırdığı görüşünde birleşirlerse de, ölümle kazanılan özün tabiatında ayrılırlar. Yunus’a göre ölüm insana optimist (iyimser) bir öz kazandırdığı halde, özellikle ateist varoluşçulara göre, pesimist (karamsar) bir öz kazandırmaktadır. Bu bakımdan da, Yunus için hayat ne kadar anlamlıysa, varoluşçular için de o kadar anlamsızdır.”

Tasavvuf düşünürlerine göre ölüm, bir bitiş, sona eriş değildir, ölümsüzlüğün açıldığı ilk kapıdır; vuslatın ilk gecesi Mevlana’nın “Şeb-i Arus” deyimiyle Düğün Gecesi’dir. Aslında ölüm ten içindir, canlar asla ölmez. Şüphesiz Yunus’un “olası degül” redifinin mutlaklık taşıyan söyleminde, özne’si “mana eri,” yani varlığın özünü, cevherini kavrayan âşıktır. Âşık olmak ise, insanın nefsini öldürerek dünyevî tutkulardan uzaklaşması, yani ölmeden önce ölmesi ile mümkündür. Böylece nefsini öldüren insan, Tanrı aşkına kavuşur, fenâfillah denilen Tanrı varlığında yok olur. Ölüm maddî ten’e aittir ve Tanrı’ya ait olan ruhun bedendeki formu olan “can” asla ölmez.

 “Haziran'da Ölmek Zor” Fakat Kelebek Kıvamında Yaşamaktır Aslolan

“sokaktayım 
gece leylâk 
       ve tomurcuk kokuyor 
yaralı bir şahin olmuş yüreğim 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor!” 

Yakın dönem Türk şiirinin Toplumcu-Gerçekçi şairlerinden Hasan Hüseyin Korkmazgil’in   “1963'lerde yaşanılanları ben, ancak böyle dökebildim 1976'larda şiire. Onüç yılda özümsemişim o olayları, onüç yıl sonra damıtabilmişim. O günleri yaşayıp da ozanlığa soyunanlar, elbette ki benden daha iyi yapabileceklerdir bu işi. "El elden üstündür, taa arşa kadar" demiş eskiler.” diyerek anlattığı “Haziranda Ölmek Zor” isimli şiiri 60’lı yılların zorlu siyasi koşullarından, toplumsal olaylara değin yaşanmışlıkların anlatıldığı ve Nazım Hikmet’in vefatı karşısında o dönemde yürekte hissedilen yoğun duyguların destansı bileşkesidir. Şair bir yerde yaşam çemberinin son aşaması olan ölümün geri döndürülemez gerçekliğini “haziranda ölmek zor” dizesiyle anlamlandırır ki bu dize okurlara hayatın sınırlılığını ve ölümün soğuk yüzüyle mevsimlerin en güzelinde yüzleşmenin acısını duyumsatır.

Çünkü Haziran ilkyazdır. Gülten Akın’ın “ah kimselerin vakti yok/durup ince şeyleri anlamaya” dediği, insanın içinde yaşama sevincini uyandıran nice inceliklerin bulunduğu, fıkır fıkır canlı ve yaşamaya doyulmayan bir aydır.

Goethe’nin “Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır” sözünü anımsayalım. Kış bitmiş, ağaçlar çiçeklenmiş, maviyle yeşil kol kola sarmaş dolaş birbirine karışmış, kıyı kesimlerinde denizden iyot kokuları hissedilmeye başlamış, havalar iyice ısınmıştır. Böyle bir zamanda yaşamayı kim istemez. Nitekim Mehmet Akif Ersoy’un da “Bir ebedî sel ki zamandır adı/Haydi katıl sen de o coşkun sele” diye ifade ettiği zaman dilimi belki de işte Hazirandaki bu zamandır. İlkyazın şairle, şiirle aynı koordinatlarda buluştuğu, zariflik ve inceliğin kelebek kıvamında yaşandığı düzlemin adıdır Haziran.

Fakat ölüm; yaşamaya hangi zamanı ayırırsak ayıralım söz ve mekân dinlemiyor. Genç, yaşlı, zengin, yoksul, şair, yazar diyerek kimseye ayırım yapmıyor. Edebiyat ajandalarına baktığımızda Ahmet Arif, Ahmet Haşim, Ahmet Muhip Dıranas, Alâeddin Özdenören, Cahit Irgat, Cahit Kulebi, Cahit Zarifoğlu, Hasan İzzet Dinamo, İlhami Çiçek, Nâzım Hikmet, Tahsin Saraç’ın Haziran’da vefat eden şairler olduğunu görüyoruz.

Bu isimlerin hepsinin de Türk şiirinde ayrı bir yeri olduğu kuşkusuzdur ancak bir dönem memleketim Kırıkkale’de, 1978-1980 yılları arasında üç yıl Edebiyat Öğretmenliği yapan İlhami Çiçek’i ayrıca anmadan geçmek istemiyorum.

İlhami Çiçek hayatı kelebek kıvamında yaşayan şairlerdendir. Kısa süren ömrüne “Satranç Dersleri” isimli unutulmaz ve kült olmuş bir şiir kitabı sığdıran Çiçek için Nuri Pakdil’in ifade ettiği “Şiir Sandığı” tespiti çok doğru bir değerlendirmedir.

İlhami Çiçek; tarih bilinciyle yaşadığı çağdan kuşkuludur, hüzünlüdür ve her usta şair gibi ince ruhludur. Çünkü “Sığ ve anlamsız ilişkilerden sürekli rahatsızlık duyar.” Satranç Dersleri isimli uzun şiirin VII. Bölümünde “o yıllar bir ressam tanırdım/gök çizemezdi/yüksek evler yapardı yitik kadın yüzleri” diyerek başladığı dizelerde doğayı ve insan hayatını betimlerken, kelimelerle âdeta empresyonist bir tablo çizer.

Yayımlanmamış söyleşisinde şöyle der; “Şiirin insana ulaşması, onu kalbinden kavraması da buna bağlı. Yoksa kör olur gözleri şiirin. Bir yaşantıdır, ‘bir ince akım’ı yaşamlaştırmanın uzun serüvenidir şiir. Bir ’akım’; yüzeye pek yansımayan derinlerden süren bir dalga; insanı yakan, estiren, kıpırdatan bir şey… Nuri Pakdil şöyle der Biat II’ de: “Şiir ancak ‘tarihi yonta yonta’ bir akımı geçirmeye başlar. Bunu yapmak istedim ben de, ‘Satranç Dersleri’ dizi şiirinde.”

İlhami Çiçek belirttiği ince akımı “doğru akıma”, hatta doğru akımın içinde yonttuğu bilinçle II. Yeni’ye alternatif bir şiir geliştirmeyi başarmış, son yüzyılın en iyi şairlerinden biri olmuştur.

Haziran da ölmek mi zor? Yaşamak mı? Bu sorunun yanıtını Cemal Süreya’nın “Her ölüm erkendir” dizesiyle örtüştürerek son sözü yine İlhami Çiçek’e bırakalım.

“Sabır olmasaydı yeryüzünde bir gün kalınabilir miydi”?

Ya da,

“İnsan azar azar kopmuştur”

Fatih Yavuz Çiçek

Kaynaklar :
*Haziranda Ölmek Zor/Hasan Hüseyin Korkmazgil
Ölüme Karşı Tavır Almanın Estetiği/Prof Dr. İlhan Genç
Acıyı Bal Eylemek. Türk Edebiyatında Mersiye/Prof. Dr. Mustafa İsen
Göğekin İlhami Çiçek’in Anısına/Hüseyin Cahid Doğan