Modernleşme tarihte daha önce eşi
görülmemiş bir değişimin yarattığı yenilikler, sunduğu imkânlar kadar doğal
olarak oldukça sancılı ve gerilimli bir süreci de ifade eder.
Batı’dan başlayarak tüm dünyaya
yayılan modernleşmenin temel özelliği, her şeyden önce insan eliyle kurulmuş
siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel tüm yapıları değiştirmesi olmuştur.
Yakın dönemdeki her devlet, her toplum, her birey bu olguyla yüzleşmek zorunda
kalmış, her birinin bu meydan okuma karşısında aldıkları tutum, kendi
geleneksel alışkanlıklarını ve pratiklerini takip etse de genellikle kararsız
ve belirleyici olmuştur.
Türk toplumunda modernleşme hareketleri
Osmanlıyla ve Osmanlı modernleşmesinin kökenleri Lale Devrine kadar, hatta
Köprülüler Devrine kadar uzansa da esas Batı tesirli modernleşme Tanzimat
Fermanıyla başlar ve Osmanlı’da hangi alanda olursa olsun modernleşme ile din
ve geleneksellik yan yanadır. Çünkü Levy’nin deyişiyle, modern toplumlarda
görülen nitelikler modern olmayan toplumlarda modernleşmek için gerekli ön
koşullar olmayabilir. Bir toplumun modernleşmiş toplumlardaki aynı kalıpları
gerçekleştirmesi gerektirdiği söylenemez.
Yani Batı’nın istenmeyen, arzu
edilmeyen yönlerini reddeden ve arzu edildiği düşünülen ya da öyle sanılan
yönlerini ise kabul etmeyi içeren her anlayış Batı-Dışı bir modernleşmeyi
çağrıştırmaktadır. Eisenstadt’ın “Ayrılma Modernleşmesi” olarak nitelendirdiği
bu tür modernleşmede toplumun bir kısım unsurları modernleşme için gayret
ederlerken diğerleri buna karşı çıkar.
Osmanlı toplumu geleneksel bir
yapı arzettiğinden bu tür toplumların en önemli özelliklerinden birisi yeniliği
ihtiyatla karşılamak ve istikrarı, yani mevcut düzeni korumaktır. Aynı
toplumların diğer bir özelliği de selefin üstünlüğüne ve mazinin bugünden daha
iyi olduğuna duydukları inançtır. Söz konusu inanç, Batı düşüncesinden gelen
romantizmle birleşince, gerek modernleşmeyle beraber çeşitli alanlarda
gerçekleştirilenleri meşrulaştırma, gerekse modernleşmenin getirdiklerine karşı
geçmişi savunmada önemli bir unsur olarak belirmektedir.
Felatun Bey Ve Râkım Efendi
Ahmet Mithat; Felatun Bey Ve
Râkım Efendi romanıyla Osmanlıda Batılılaşma sorunlarını alafranga züppe
figürüyle Türk romanında işleyen, Batılı modernleşme çaba ve sancılarının
ortaya çıkardığı kimlik bunalımına eleştirel bir bakış açısı getiren ilk
yazardır.
Romanın kahramanlarından Felatun
Bey o dönemin devlet kurumlarından birinde memur olmasına rağmen çalışmaktan
hazzetmeyen, daha çok baba servetiyle geçinen, müsrif, Batılılaşmayı yüzeysel algılayarak
çevresindekilere bilgiçlik taslayan, sığ yaşayan, kendi toprağının geleneksel
kültürel değerlerine yabancılaşmış, okumuş cahil, taklitçi bir budala, aynı zamanda
alafranga bir züppedir.
Toplumsal bir figür, tip ve birim
olarak züppe modern dönemlerin ruhunda kendini bulur. Modernite züppenin
doğumunu işaretler. On dokuzuncu yüzyılla birlikte züppe, hem sanat ve
edebiyatta hem de gerçek hayatta bir uslup, hayat tarzı ve düşünce biçiminin
adı hâline gelir. Kendine uygun ortam ve şartları modernite ile sağlayan ve bu
sürecin “anahtar” figürü ve kahramanı olan züppe (Wolff, 2000:37, Chaney,
1999:162; Featherstone, 1996:127), modernite şartlarında ortaya çıkan bir
tiptir. Modern bilincin ve modern insanın kafa yapısının bir yanını temsil eden
züppe, Koestler’in (1968:36) deyimiyle modern uygarlığın çok yaygın bir
hastalığını, toplumsal ve kültürel değerlerin yerini bulamamasını gösteren bir
belirtidir.
Ahmet Mithat; güdüleri taklitçi,
çabaları, beğenileri boş, utkuları asıl zeminini kaybetmiş ve davranışları
kendini kandırmaktan öteye geçmeyen dönemin gösteriş meraklısı alafranga züppe
tiplerinin yozlaşmasını Felatun Bey karakteri üzerinden eleştirmiştir. Bu eleştiriyi
yaparken iyi-kötü zıtlığından beslenmiştir ki nitekim kötünün karşısında iyiyi
temsil eden diğer kahraman Râkım Efendiyi ise roman boyunca kendi kültürel
kökleri üzerinde ve kendi geleneksel yargıları üzerinde yükselen değerler
bütününün, Doğu-Batı bireşiminin en doğru simgesi olarak göstermiştir. Bu
özelliğiyle Râkım Efendi dürüst, çalışkan, tutumlu, yeniliğe açık, kendini
sürekli geliştiren, etrafına güven veren, toplumun gelenekleriyle uyumlu,
eskiyle yeniyi birbiriyle çatıştırmadan onları kendi yaşamında yeniden
biçimlendiren, içinde yetiştiği toplumun geleneksel eğlence ve zevk
alışkanlıklarını değiştirmeden uygulamaya devam ederek de mutlu olunabileceğini
gösteren bir tiptir.
Romanın sonunda Felatun Bey’in
servetini yitirip, borçlarını bile ödeyemez hâle gelmesi karşısında yaşadığı
pişmanlık yazarın acıma duygusundan ziyade, Batılılaşmayı şekilciliğe
indirgeyenlere karşı sosyokültürel bir uyarıdır.
Sonuç itibariyle Ahmet Mithat;
Felatun Bey ve Râkım Efendi ile Osmanlı toplumunda modernleşmeyle birlikte her
alanda meydana gelen yenileşme çabalarının getirdiği değişim hareketlerini
edebiyata taşıyarak modernleşme sürecinde kentleşme, ekonomik durum,
alafranga-alaturka, Doğu- Batı arasında kalmış insanların kimlik bunalımları
içindeki yeni hayat tarzları ve bu tarzın ortaya çıkardığı insan ilişkilerine
realist bir ayna tutmuştur.
Ahmet Mithat Efendi; bu aynayla
okurlara Osmanlı toplumunda modernleşmenin Avrupa’da olduğu gibi toplumsal bir
tabanı olmadığını, modernleşmenin ancak aydınlar ve Osmanlı yönetim sisteminin
yenileşme ihtiyacından kaynaklanan bir arayış olduğunu duyumsatırken, olması
gereken asıl değişimin geleneksel duruma göre farklılaşmasını, ayrışmasını
değil, mevcut hâliyle gelişimin Râkım Efendi gibi iyi örneklerle sağlanması gerektiği
amacını gütmüştür.
Sözü
kitabın arka kapağından bir cümle ile bitirelim. "Türk roman yazımının emekleme sürecinin ürünlerinden biri olan bu eser, edebi nitelik açısından örnek aldığı Avrupalı Eserlere denk olamamaktadır."
Fatih Yavuz Çiçek
Fatih Yavuz Çiçek
Kaynaklar
Felatun Bey ve Rakım Efendi/Ahmet Mithat Efendi
Yeni Osmanlıların Dini ve Siyasi Düşünceleri/Dç.Dr.Fazlı Arabacı
Modernleşme Başkaldırı ve Değişim/S.N.Eisenstadt
Köksal Alver/Züppe ve Züppeliğin Toplumsal Boyutu/Hece, 144
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder